Uruguay’ın eski Devlet Başkanı Jose Mujica kısaca “Pepe”nin belgeselini bir kez daha izledim geçen gün. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda konuşma yaparken, traktörü ile tarlayı sürerken, Uruguay halkına seslenirken, gerilla dönemlerini anlatırken… Hepsi birbirinden etkileyiciydi ama beni en çok çarpan eşiyle birlikte bir restoranda içkilerini yudumlarken diz dize tango dinlemeleri ve şarkıya eşlik etmeleri oldu.


Pepe’nin de hayatında eminim ki siyaset en başköşeye oturmuştur. Hem kendi halkının, hem dünya halklarının sömürülmemesi, bir arada refah içinde ama basit bir şekilde yaşamaları, kalıcı bir sosyalizm için kurşunlar yerken, hapislerde yatarken bir yandan da o bu dünyada “ölümlü” olduğumuzun ayırdında, çok farklı bir politikacı portresi çizdi başkanlığı döneminde. Hem çiçek yetiştirdi, hem ateşli konuşmalar yaptı, hem emperyalizme kafa tuttu hem de ufacık vosvosuyla Montevideo sokaklarında dolaştı. Uruguay halkının idolü olan Pepe, eşi ve aynı zamanda yoldaşı Lucia Topolansky ile el ele bizlere dayatılan tüketime dayalı bu yaşam tarzına kendi yaşama biçimiyle çok güzel bir ders verdi.

YAŞAMANIN ZORLUĞU

Konuşmalarından birinde “Sizi seçen çoğunluk nasıl yaşıyorsa öyle yaşamalısınız” dedi. Şiire, edebiyata, müziğe yakın biri Pepe. Gösterişe, protokole, globalleşmeye ise uzak. Siyaset onun için insanları mutluluğa götürebilmek için bir araç. Bu yolculukta tekrar tekrar seçilebilmek için yalan yok, boş vaatler yok, yönlendirme yok. Çok isterdim onun başkanlığı döneminde Uruguay’da olmak. Zira altmış yıllık ömrümde şahit olduğum müdürün öğretmene, şefin memura, çavuşun erbaşa, erkeğin kadına yaptığı bu hiyerarşik sadizmden gına geldi. Bu güzelim ülkeyi esnaf mantığıyla yönetmeye çalışan düşünebilme yetisinden yoksun idarecilerden gına geldi. Kendi sığ yaşam biçimlerine uymayan her davranışı ayıp ya da günah sözcüklerine sığınarak karalamaya çalışan her türlü insandan gına geldi. Yaşamak niye bu kadar zor bu ülkede? Sadece ekonomik olarak değil. Niye milyonlarca insan adı konulmamış, kanunda yer almayan tamamen keyfi yasaklarla yaşatılmaya çalışılıyor? Niye örf ve adetler, yetkiden gelen usulsüzlükler yasaların üstünde? Niye Osman Kavala hapiste? Niye Grup Yorum konser yapamıyor? Niye hâlâ bir diploma bulunamıyor? Niye kayyum belediyeler görgüsüzce makam odalarını donatıyor? Niye ibadete bile onlarca araç ve yüzlerce korumayla gidiliyor? Niye kadın cinayetlerini önleyemiyoruz? Niye İstanbul Sözleşmesi’nden çıktık? Niye birkaçı dışında bakanların eşlerini herhangi bir resepsiyonda göremiyoruz? Niye TRT’ye çıkamayan yasaklı sanatçılar var? Niye niye niye…


SİYASİLER BİZE BORÇLU

AKP İktidarı döneminde her geçen gün yaşadıklarımıza şaşırarak bu kadar da olmaz dedirten uygulamalarla usulsüzlüklerle karşılaştık. Kaybettikleri bir İstanbul seçiminin akşamında bile tamamen manipülasyona yönelik yangından mal kaçırır gibi astıkları “Teşekkürler İstanbul” afişleriyle uyandık. Bunları dile getirdiğimiz zaman da ya PKK sempatizanı ya da FETÖ’cü olmakla suçlandık, hedef gösterildik. Biz sanatla uğraşanların bu ülke halkına çok büyük borcumuz var. Bizi bu günlere getirdikleri için. Ama halkımızın da, siyasilerin de bize çok büyük borcu var. Bu üç günlük dünyayı yaptıklarımızla güzelleştirmeye çalıştığımız için. Önümüzdeki seçim döneminde programına öncelikli olarak kültür ve sanatı alan, sanatçıların sorunlarını masaya yatıran, telif haklarına duyarlı, sanatçısıyla kavga etmeyen, mahkemelik olmayan, onların özgürce üretmesine destek olan, bir iktidar hepimizin özlemi. Hangi parti bunu göz önünde bulundurursa müzisyeninden, şairine, yönetmeninden oyucusuna kadar binlerce sanatçının desteğini alacaktır. Ama daha da önemlisi sanatçısına sahip çıkan milyonlarca sanatseverin de seçimi bu yönde olacaktır.