Geçen haftaya damgasını vuran göçmen düşmanlığı, otobüs ve düello konuları birçoklarının tespit ettiği gibi gerçekten de önümüzdeki dönemin risklerini ifade eden nitelikler, dersler barındırıyor. Bu dönemde aynı zamanda medyanın rolünün belirginleşip öneminin de artacağı aşikâr. Ana akım siyasetçilerin toplumun, özellikle de yitirilmesinden yakınılan ve özlem duyulan adalet beklentisi karşısında takındığı küçümseyici tutumları hesaba katıldığında medyanın toplumun sorunlarına, ihtiyaçlarına, beklentilerine ses olma, ifade etme biçimi kritikleşiyor.

Bu açıdan ele alınması hayli önemli bu gündemlerin gölgesinde kalan bir diyaloğu hatırlatma ihtiyacı hissediyorum. Zira söz konusu diyalog düelloya, kucaklaşmaya, düşmanlaştırmalara ek olarak önümüzdeki dönemde sermayenin ekolojik, demokratik ve benzeri türlü tahribatlarının uzlaşmacı siyasetle uyumlu bir biçimde medya aracılığıyla nasıl aklanmaya çalışılacağını görmemizi sağlıyor. Mehmet Cengiz ile Ertuğrul Özkök’ün hak ettiği kadar ilgiye mazhar olmadan unutulan diyaloğundan bahsediyorum.

***

Özkök’ün kendisine yönelttiği “Sizin TV'lerde orada burada çete olarak değerlendirilmeniz, bana sorarsanız haksız bir şey yani… İş adamına ‘beşli çete’ dediğin zaman onu da suç ortağı yapıyorsun” sözlerine cevaben “Ben milletime aşığım, aşık!” demiş ve sanayi yönüyle anılmak istediğini eklemişti: “Ben Türkiye’de olmayan sanayi yaptım. Ben sanayi yönümle anılmak istiyorum. Ben siyaset yapmıyorum, ben iş insanıyım. Ben siyasi gözlükle konuşamam. Ben siyasetçi değilim, anlatmak istediğim bu.”

Söze sanayi ile siyasetin birbirinden bağımsız süreçler olmadığını hatırlatarak başlamak gerekli görünüyor. Hiçbir zaman ve hiçbir yerde de birbirlerinden ayrılmadığı gibi kendisi inkâr etse de Mehmet Cengiz için de ayrıştırılabilir değildir. Bunun en büyük göstergesi de -ihale süreçleri vb. diğer göstergelerin yanında, sanayi yönünün neredeyse gittiği her yerde bir toplumsal itirazla karşılık bulmasında görülebilir.

***

Örneğin Cerattepe’de 2012 yılında bölgede maden işletme ruhsatının yeniden ihaleye çıkarılmasıyla Cengiz Holding’e bağlı bir şirket tarafından bakır madeni çıkarılması için verilen ÇED olumlu raporuna dava açılmış; mahkeme kararı ile yürütme durdurulup rapor iptal edilmişti. Projede birkaç değişiklik yapılıp tekrar olumlu rapor alınması üzerine yeniden dava açılmıştı. Dava devam ederken iş makinelerinin Cerattepe'ye girmelerini önlemek üzere tutulan nöbete polis ve asker müdahale etmesi ardından iş makinelerinin maden sahasına ulaşmasıyla Cerattepe’deki itiraz diğer illere de sıçramıştı.

Cengiz’i iş insanı yönüyle, sanayi yönüyle andığımızda sadece 2022 yılı içerisinde bir tarama ile sınırlı tutsak bile toplumsal itirazlar, ekolojik tahribatlar ve eşitsizliklerden başka bir şey çıkmıyor. En güncel örnekler arasında bilirkişi raporunda uygun bulunmamasına rağmen süren İkizdere’deki taş ocağı çalışmasını herkes hatırlayacaktır. Ya da Kazdağları’nda 3,5 milyon ağacın kesileceği ifade edilen “Halilağa Bakır Ocağı Kapasite Artışı, Cevher Zenginleştirme Tesisi ve Atık Depolama Tesisi Projesi” için mahkeme süreci devam ederken ve bilirkişi heyeti uygun değildir kararı vermesine rağmen sondaj faaliyetlerine başlamasıyla da anabiliriz. Isparta’daki elektrik kesintisiyle… Yapımı için yaklaşık 15 milyon ağaç katledilen Kuzey Marmara Otoyolu ile… mega fiyasko olarak karşımızda duran İstanbul Havalimanı ile… Ödemek zorunda bırakıldığımız garantilerle, vergi indirimlerini de unutmayalım.

***

Özetle tüm bu “işleri” siyasi kılan, bunlarla orantılı bir biçimde demokratik hakların çiğnenmesi, ekolojik tahribatın derinleşmesi, toplumsal eşitsizliklerin yeniden üretilmesidir. Tüm bunlar sayesinde edinilen güç şimdi de basını kendi reklam panosuna dönüştürerek gelecek dönemin taşlarını döşüyor. Bu bize bağımsız medyanın demokratik hakların yeniden tesisi, tahribat ve eşitsizliklerin son bulmasında kritik bir rolü olduğunu da hatırlatıyor.