Erken yaşta kaybedilmiş bir derin edebiyat sezicisi, okuyucu ve yazıcı Sebald. Yaşamının gözlemlerini damıtarak sunduğu denemeler kaçırılmayacak cinsten. Politik çalkantıların ortasında düşünmek, yolunu kaybetmemek isteyen herkes için

Sancılı özgürleşme ve uluslaşma süreci

BİLLUR ŞENTÜRK

W. G. Sebald’in Kır Evinde İkamet başlıklı denemeleri beş edebiyatçı ve bir ressam üzerine düşünce gezintilerinden oluşuyor. Kendi hayatıyla kesiştiği yerden alıp olası paralelliklerle sanatçının derinlerine doğru yola çıktığı, yer yer sosyokültürel devinimlerin ya da tıkanıklıkların bir yaşamın içindeki etkisini gözler önüne serdiği, Sebald’in edebiyat bilimcisi, biyografi yazarı ve denemeci yanını harmanladığı, alabildiğine titiz, sevecen denemeler bunlar. Bir araya getirdiği isimler, ona ömür boyu bir çeşit kılavuzluk etmiş, İsviçre’yi bırakıp İngiltere’ye yerleşmek üzere yola çıktığında bile yanından ayırmadığı yazarlar: Johann Peter Hebel, Gottfried Keller, Robert Walser, Eduard Mörike, Jean Jacques Rousseau ve yakın dostu ressam Jan Peter Tripp.

Kitabı okuyunca Sebald’in bu isimlerden vazgeçememe sebebi biraz daha netleşiyor gözümüzde. Bu basit bir yakınlık değil. Bu yazarlar bir iz taşıyor: Gerçekleşememiş bir devrimin, unutturulmuş ideallerin izleri bunlar. Fransız Devrimi ile başlayan özgürlük ve uluslaşma sürecini acımasızca bastıran, İngiliz ve Prusya polis devletlerinin kontrolü altında, aşağı yukarı Birinci Dünya Savaşı’na kadar değişmeyecek Yeni Avrupa Düzeni’nin oluşturduğu dayanılmaz boğuntu hissi. Tampon bölgelerle desteklenmiş bir Avrupa haritası. Birbirine pamuk ipliğiyle bağlanmış prensliklerden oluşan sözde Alman Birliği. Onların çağdaşları olmasa da, Sebald’in de iliklerine kadar hissettiği bir şey bu.

İki İsviçreli, Keller ve Mörike işte tam da bu ortamı paylaştılar. Bir farkla: Mörike adeta felç olmuş, uyuşmuş bir halde, sosyal bir tavır almaktan kaçınıp dehasını, en parlak anlarını küçük, zarif şiirlerine saklarken, Keller,bugün bile eşine az rastlanacak bir duyarlıkla çağının hatta günümüzün birçok sorununu yazdıklarında inceledi. Mörike o dönem Alman gençliğinin tipik bir portresidir: İlerici ve gerici unsurların artık seçilemediği, devrimci bir vatanseverlik ile temkinli bir burjuvazinin, romantik hayallerle iyi tutulmuş para hesaplarının, siyasi hırs ile şairane hülyaların içiçe geçtiği hakiki bir Alman karışımı... Mörike’nin dünyasını devrin Biedermeier resimlerinde bulabiliriz. Evin içinden dışarı, doğaya yayılan yanıltıcı bir dinginlik ve evcillik. Biedermeier sanatı kötü sonu sezinlemenin yol açtığı bir tür hareketsizlik refleksidir. Ufuktaki sanayileşme ve artan sermayenin getirdiği çalkantılarla her an tepetaklak olabilecek bir dünya. Mörike şiiriyle dış dünyaya karşı bir paravan çekmeye çalışır. Oysa içten içe ufuktaki tehlikeyi sezinler ve huzursuzdur. Bütün ömrünü iflah olmaz bir hipokondriyak ve obsessif olarak geçirir. Kiliseyle olan problemleri yüzünden papazlığı bırakır, ama edebiyatı bırakamaz. Geriye onu Goethe’den sonraki en büyük lirik Alman şair yapacak o nefis şiirler kalır.

Keller ise tam tersine kalemini toplumsal gerçeklere yöneltir. Yeşil Heinrich adlı yarı otobiyografik romanında toplumun sorunlarını gerçekçi bir dille anlatır. Burjuva sınıfının idealleri rafa kaldırıp ticarete yoğunlaşması, bireysel çıkarlar ile kamu çıkarlarının giderek ayrılması, doğadan uzaklaşma gibi konuları ele alır. Keller’in en önemli özelliği, genç Georg Büchner ile birlikte yeni oluşan işçi sınıfının burjuvazinin elde ettiği hak ve özgürlüklerin dışında kaldığını çok iyi kavramış olmasıdır.
Johann Peter Hebel Renli Aile Dostunun Hazine Sandığı adlı bir dizi takvim öyküsüyle Alman Edebiyatının takvimcisidir. Sebald için Hebel’in takvimi meyve ağaçları, buğday başakları, türlü türlü yağmurlar veya kuş yuvaları hakında yazdıklarıyla dünyadaki gerçek denge, gerçek renktir. Hiçbir kılavuzda minnet ile nankörlük, cimrilik ile savurganlık ve insanlığın diğer noksan ve cürümleri hakkında bu kadar açık bir ayrım yapılmaz. Şefkatli eli bazen omuzunuzda size evinizin sıcaklığından öyküler anlatırken Hebel’in gerçek dehası uzakları yakın eden bakış açısını tersine çevirmektir. Şöyle bir durup bakar: Yer yer kozmik denebilecek büyük ölçekli bir anlatımdan kendi önemsizliğini idrak ettiği bir ölçüte kayar, bizi de peşinden sürükler. Tüm samanyolunu seyredip bir yıldıza gözünün kayması gibi...

sancili-ozgurlesme-ve-uluslasma-sureci-168418-1.Sebald’in bir başka ilkgözağrısı yirminci yüzyılın ilk yarısında yaşamış Robert Walser’di. Kendini toplumdan soyutlamış bir münzevi olan Walser, bu dünyadan kocaman bir boşluk bırakarak geçti. Eseri işte bu boşluktur. Evi, eşyası, hatta giyeceği olmayan, kendi kitaplarına bile sahip olmayan, hayata pamuk ipliğiyle bağlı bir adam. Metinlerindeki karakterlerin tıpkı eski filmlerdeki oyuncular gibi titrek, hafif bir ışıkla çevrilmiş bir görünüp kaybolduğu, Benjamin’in deyişiyle “delilikten gelen, ancak hepsi iyileşmiş, belki de bu yüzden hırpalayıcı ve bu denli yüzeysel karakterler.” O ışıklı boşluk! Sebald, gezilerinde mola verdiği anlarda köşede bir yerde bu kimsesiz yazarla göz göze geldiğini yazar.

İzini takip ettiği bir başka yazar da Rousseau’dur. Sebald, Rousseau’nın üzerinden şehir şehir özgürlük ve kişi haklarının nelerin pahasına kazanıldığını anlatır bize. Büyük düşünür 1765 güzünde birkaç haftalığına sığındığı Saint Pierre adasında biraz olsun huzur bulabilmiş midir?
Sebald dostu ressam Jan Peter Tripp’in resimleriyle fotoğraf resim ilişkisini irdeler. Resim bir aşkınlaştırmadır, der Sebald, fotoğrafın getirdiği önermenin üstüne çıkılmasıdır. Tripp gerçekçiliğin kapısından geçip çok katlı anlatım ve ima olanaklarına varmış, ekleme ve çıkarmalar yaparak mekanik keskinlik, bulanıklık ilişkisini değiştirerek vs malzemesini düşünce uzamında bambaşka bir boyuta taşımıştır.

Çok erken yaşta kaybedilmiş bir derin edebiyat sezicisi, okuyucu ve yazıcı Sebald. Onun hemen tüm yaşamının gözlemlerini damıtarak sunduğu bu denemeler de bir o kadar kaçırılmayacak cinsten. Politik çalkantıların ortasında düşünmek, yolunu kaybetmemek isteyen herkes için.