Başbakan Erdoğan, bir iki gün önce CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu Don Kişot’a benzetti. Hakkındaki fezlekeye gösterdiği tepki nedeniyle, ona “yel değirmenlerine savaş açan” bir çılgın muamelesi yaptı.

“Bir ucuz kahramanlığın içindeler. Bir fezlekeden kalktılar darağacını telaffuz etmeye başladılar. O meşhur roman kahramanı Don Kişot'un bile hayal dünyası bu kadar zengin değildir. Don Kişot yel değirmenleriyle savaşıyordu. Kılıçdaroğlu'nun neyle savaştığı bile belli değil.”

Başbakan sık sık edebiyattan bahseden biri değil. Onun için bu göndermeyi ilginç buldum. Bunun yerinde bir anıştırma olduğundan emin değilim gerçi.

Kılıçdaroğlu’nun ne kadar Don Kişot olduğu tartışılır. Ama diyelim ki, muhalefet partisi hezeyanlar ve hayaller içindedir ve memleketin gerçek hallerine temas edememektedir.
 
İyi de bunu dile getiren kimdir? Ya da şöyle sorayım, bunu kimin sayesinde görüyoruz?

Evet, Don Kişot gerçek bir kahraman değildir. Okuduğu kitaplarla kafası bulanmış, kahramanlık hayalleriyle oyalanan çılgın bir yaşlı adamdır. Anlattıklarına bir süre sonra kendisi de inanır. Çelimsiz sıska bir adamken heybetli bir şovalye sanır kendini. Hanlar onun gözünde şato, hancı başı asil derebeyi, pasaklı köylü kızı ise bir kontestir.

Don Kişot’un hayalci biri olduğu doğrudur. Ama onun hayalciliğine dair bir şeyler söyleyebiliyorsak, bu tamamen Sanço Panza’nın sayesindedir. Yaveri ve  yardımcısı olan Sanço’nun işbilirliği ve köylü kurnazlığı olmasa, Mançalı Şovalye’nin gerçeklikten ne kadar uzak olduğunu kestiremeyiz.

Kısacası, Don Kişot’u Sanço’suz düşünmek mümkün değildir.

Ne zaman Don Kişot’un idealizminden ve gülünç romantizminden söz açılacak olursa, onun karşısında duran maddiyatçılıktan ve pragmatizmden de bahsetmek gerekir.

Hadi Don Kişot hayallerinin peşine gitmiştir, Sanço’nun bu yolculukta işi nedir? Romanı okuyanlar gayet iyi hatırlayacaklardır: Sanço Panza karısına iyi bir hayat sağlayabilmek için düşmüştür bu zır deli şövalyenin peşine. Daha çok para, daha fazla iktidar, daha yerleşik bir hayat ister. Don Kişot fethedeceği ülkenin bir adası ona verecek, Sanço da oranın valisi olacak ve karısını prensesler gibi yaşatacaktır.

Gariptir ama romanın bir yerinde, Sanço bu hayale kavuşur. Vali tayin edildiği yere gidince burasının sıradan bir köy olduğunu görür ama hiç moralini bozmaz Sanço. Denizden eser olmayan kuru bir arazi üzerinde kurulmuş bulunan bu köyün bir ada olduğunu ilân eder. Adı bundan sonra "Beleşonya Adası"dır. Köylüler valiyi kızdırmamak için emrine boyun eğerler. Hatta onu bir mahkemenin başına geçirir ve halkı yargılamasına göz yumarlar.

Don Kişot delinin biridir belki. Haksızlık karşısında başkaldıran, doğruların itibar görmediği bir dünyada hala erdemden söz edebilen bir çılgındır. Evet, hep hayal peşindedir. Ama Don Kişot ne kadar hayalciyse, Sanço da bir o kadar dünyevidir. Bütün zor durumlardan becerikli bir şekilde sıyrılır, her türlü aksilikten kurtulur, her zaman yolunu bulur.

Sanço’ya dair gerçek budur. O, yücelikten yoksun, hayalden ari, ayakları yere basan pratik bir adamdır sadece. Hayalgücü gibi tehlikeli işleri başkalarına bırakıp aradan sıyrılıvermiştir.

Kafka der ki, Don Kişot yalnızca Sanço’nun icad ettiği bir karakter, şeytani bir fikirdir. Sanço Panza, geceler boyu bir yığın şövalyelik hikayesiyle beslediği bu karakteri sonunda dünyaya salmış ve beriki çılgınca bir dolu iş yaparken kendisi hiç zarar görmeden oturup olan biteni eğlenerek izlemiştir.

Düşünüyorum da, Kafka haklıdır belki. Don Kişot, Sanço’nun iktidarını garantiye almak, dünyadaki yerini sağlamlaştırmak için uydurduğu bir hikaye olabilir.

Başkalarını erdem takıntısı, yücelik tutkusu ve hayalcilikle itham edenler bu dünyayı yönetenler değil midir? Hem de ellerini hiç kirletmeden.