On üç yaşındayken David Bowie’nin fotoğrafını görmesi Mehmet Sander’in dünyasını değiştirmiş. İşlerinde müzik yok ama hayatında var. Sander dansa/harekete farklı bir gözle bakıyor.

Sander, SALT Galata’da

Mehmet Sander’in SALT Galata’da 12 Şubat’a kadar açık olan sergisinin girişinde Türkçe/İngilizce manifestosu var, sekiz işini video sunumlarıyla bir araya getiriyor. Manifesto, “Her dans eserinin konusu hareketlerin kendisidir” cümlesiyle başlıyor. Sergide, bir monitördeki iş bitince yan monitördeki başlıyor. SALT Galata’da Sahnede 90’lar sergisi kapsamında yer alan Sander sergisi gördüğü ilgi üzerine uzatılmıştı.

Kendisi için tercih ettiği unvanla, koreograf değil “aksiyon mimarı” olan sanatçının BANT Dergisi’nde Ekin Sanaç ile yaptığı söyleşi de, zaten performanslarla başı dönmüş olan seyirciyi büsbütün şaşırtıyor: “Ben antrakt denen şeye tamamen karşıyım. Kronometreyle eğitmiştim dansçılarımı. Kan ter içinde de olsa 50 saniyede tayt değiştiriyor, şak diye sahneye çıkıyorduk.”

Nefis performanslardan oluşan sunumlarda, dansta duygu, müzik ve oyunculuk gibi unsurları reddeden Sander’in ekibinin birbirine bağlılığına tanık oluyoruz. Ben nedense onların 1996 yılında eski AKM’de iki gece peş peşe kapalı gişe yaptıkları gösterileri izleyememişim. Uzak olmayan bir gelecekte bir kez daha ‘live’ (canlı) gösteri ümit ediyoruz.

Mehmet ile sergiyi gezdikten sonra NTV Radyo söyleşisinde buluştuk. Her türlü kalıba ve sınırlamaya karşı çıkmasından konuştuk.

“Bence olup biten her şeyle, toplum onlara rahatlık verecek eserler görmeyi hak etmiyor. Zaten hayat da öyle değil. Böyle olması çok daha gerçekçi” demesi de bana biraz Michael Haneke’nin bile isteye bizi rahatsız etmesini hatırlattı.

Bowie’nin fotoğrafının ardından albümlerine ulaşma çabası, sonra Roxy Music, derken Brian Eno. Annesi koreograf Geyvan McMillen’la tanışınca da genç heveskâr, idealizminden çok etkilendiği McMillen ile dans çalışmaya başlıyor.

“Çok sonradan fark ettim ki ben o ergen halimle meğer İstanbul’un ilk çağdaş dans merkezine giriyormuşum” (BANT).

Hocaları onlara Martha Graham tekniği çalıştırmış. 17 yaşında Philip Glass müziğiyle sahneye çıkmış.

Bir de unutulmaz gece var: Açıkhava’da John Cage eşliğinde Merce Cunningham’ın 1984 performansı onda hedef belirlemiş: Amerika ve orada geçen yirmi yıl. Bu arada Londra’da hayata katılmak ve 1985-1986 döneminde Türkiye’ye dönüş. Boğaziçi Üniversitesi’nde iki gece kapalı gişe izlenen çağdaş dans gösterisinin ardından da 1990 yazında Harvard’da manifestosunu yazıyor.

Sander insanlar ancak belli süreyle odaklı kaldıkları için “zaman” mefhumuna önem veriyor. En kısa eseri 1 dakika 10 saniye, en uzunuysa 9 dakika. Aksiyon ise onun için ayaklar yerden kesilince başlıyor.

1992’de ABD’de ilk övgüleri alıyorlar, İstanbul’a ise ancak 1996’da geliyor ve 9-10 Temmuz’da AKM’deki gösteriyi sunuyorlar. Joffrey Bale Topluluğu’nun eserini sergilemesini kariyerinin zirvesi olarak tanımlıyor. Bir de SALT’ta seneler sonra açılan bu sergiyi. Son haftanın tadını çıkarın derim.