İktidar, toplumsal meşruiyetini yitirdi. Seçim yaklaşırken ülkeyi, yargı sopası ve fiili bir OHAL baskısı altında yönetmeye çalışıyor. Uzmanlar, “Baskılar, toplumsal talepleri yükselterek ve en geniş muhalefet cephesi örgütlenerek bertaraf edilebilir” diyor.

Sandığın sigortası toplumsal talepler

Mehmet Emin KURNAZ

İktidar cephesinden peş peşe gelen yasak kararları ve toplumsal muhalefete gözdağı olarak verilen hukuksuz cezalar, 2023 seçimlerine fiili bir OHAL baskısı altında gidileceğinin kanıtı oldu. Giderek zayıflayan, tabanda yaşadığı oy kaybı anketlere de yansıyan, ekonomiden bürokrasiye her alanda krizlerle boğuşan iktidarın olağan koşullarda bir seçim sürecini göğüsleme şansının kalmadığı görülüyor. İktidar, elinde tuttuğu yargı sopası ile topluma hâlâ güçlü olduğu imajı verirken muhalefete ve olası rakiplerine karşı da her şeyi yapabileceği mesajını iletiyor.

Rize’de çay üreticilerinin sokağa çıkmasının engellenmesi, Eskişehir’de festival yasakları, vali atamaları, Gezi davasında verilen skandal cezalar, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu için onaylanan 4 yıl 11 aylık hapis cezası ve siyasi yasak kararı son iki haftada karşımıza çıkan yalnızca birkaç örnek. Bir sonraki adımın daha ileriye gidebileceği, Erdoğan’ın en yakın rakiplerine karşı başka hamlelerin yaşanabileceği de uzak bir ihtimal değil. İktidarın tüm bu saldırıları, yaşadığı toplumsal meşruiyet kaybının göstergesi. Devletin tüm aygıtlarına sahip olan iktidar, elindeki yargı sopasıyla seçime kadar önündeki engelleri temizlemeyi hedefliyor. Erdoğan’ın açılış törenleri heyecansız, sönük geçerken güçlü esen toplumsal muhalefet rüzgarı iktidarı korkutuyor. Gezi davası ve Yargıtay’ın Kaftancıoğlu kararına iktidar içinden gelen farklı tepkiler bile dışarıya verilmek istenen mesajın aksine hala muktedir oldukları görüntüsünü zayıflatıyor.

Öte yandan toplumsal meşruiyet, iktidarın zayıf karnı haline gelirken muhalefetin elinde ise güçlü bir koza dönüştü. Miting meydanlarında bir araya gelen büyük kitlelerin coşkusu dikkate değer. Muhalefet yönünü geniş halk kesimlerinin taleplerine döndüğü oranda iktidara karşı avantaj sağlayabilir. Her fırsatta sandığı işaret eden düzen içi muhalefet, sandığın sigortasının da toplumsal muhalefet olduğunu görmeli. Muhalefet, ancak enerjisini ittifak tartışmalarında tüketmeden, halkı tribünlerden sahalara çekecek politikalar ürettiği ölçüde başarılı olabilir. İktidarın artan saldırılarına karşı en geniş muhalefet hattının oluşması kritik öneme sahip. Bunun da 6’lı masa ve sandığın sınırlarına hapsolmadan geniş emekçi kesimlerinin toplumsal talepleriyle buluşarak büyütülmesinin aciliyeti her geçen gün artıyor.

TOPLUMSAL BARİYER YARATILMASI ÖNEMLİ

“Türkiye’de iktidar bloğunun adı konmamış bir olağanüstü hal rejimiyle, sürekli vites arttırarak seçime gideceğini tüm siyasi özneler nezdinde netleştirdi” diyen siyaset bilimci Güven Gürkan Öztan, “İmamoğlu hakkında açılan dava, HDP’nin kapatılma davası ve Meclis’te bekleyen fezlekeler, şayet muhalefet olup bitene güçlü bir tepki vermez ise, birbiri ardına iktidarın istediği gibi neticelenecek. Her bir hamlenin tek tek hedef aldığı siyasetçiler olmakla birlikte asıl amaç siyasal alanı tümüyle kuşatmak, seçmeni ümitsizliğe sürüklemek ve muhalefetin saldırıları savuşturmaktan oyun kurmaya fırsat bulamamasını sağlamak” ifadelerini kullandı.

Gezi davası sonrasında muhalefetin ortak ses vermeyi başardığını, benzer bir tavrı Kaftancıoğlu kararı sonrasında da tekrarladığını ifade eden Öztan, “Bu tutum, her bir partinin kendi tabanına yönelik bir mesaj olmanın ötesinde kamuoyuna birlikte seslenme ve iktidardan gelen saldırılara beraberce karşı konacağını gösterme açısından değerli. Ancak yeterli değil. Çünkü liderler, vekiller ve parti üyelerinin dayanışmasının ötesine geçen bir toplumsal bariyer yaratmadan iktidarın saldırısını durdurmak imkânsız” diye konuştu.

PLANLARI BOŞA DÜŞÜRÜLMELİ

“CHP liderinin Bursa mitingini İstanbul’a alması dahi yandaşları tedirgin etmiş görünüyor” diyen Öztan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Sakın sahaya inmeyin, muhafazakâr seçmeni konsolide edersiniz” diyenler, bir yerlerde ‘tedirgin olmayı bekleyen’ donuk bir seçmen kitlesi varmış gibi davranıyor. Hedefleri muhalefeti masa diplomasisine hapsedip siyasal kamusal alanı seçime kadar terk etmelerini sağlamak. Şayet böyle olursa sandığı beklemenin teslimiyet dışında bir anlamı olmayacak. Nasıl ‘Hayır Kampanyası’nda toplumsal muhalefetin desteğiyle etkin siyasal bir güç yaratılmışsa, Adalet Yürüyüşü’nde CHP’yi aşan bir kitle desteği sağlanmışsa şimdi de bu baskılar karşısında emek, özgürlük ve adalet arayışı aynı meydanlarda birleştirilebilir ve parti tabanlarının ötesine geçen bir siyasal dalga yaratılabilir. Bu siyasal dalga, iktidar bloku içindeki çatlakların derinleşmesini hızlandıracağı gibi devlet erki kullanılarak yapılan yıldırma operasyonlarını da boşa düşürebilir.”

DEMOKRASİ CEPHESİ GENİŞLETİLMELİ

Önümüzdeki seçime sadece yönetimin değişmesi değil, insanların hangi ilkeler etrafında yaşayacağının da tespit edileceği, siyasi rejimin adının konacağı bir seçim olarak bakmak gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Metin Özuğurlu, “Yeniden kuruluş sürecindeki bir ülke konumundayız. Artan baskılar, hükümetin muhaliflere etkileri açısından analiz ediliyor. Bir de bunun iktidarda yarattığı etkiler söz konusu. En önemli etki meşruiyetinin daralması. Dolayısıyla hükümetin meşruiyet kaybını ortaya çıkaracak stratejiler anlamlı olacaktır. Bunlar hakikattir ve bu hakikati görünür kılmak gerekir. Bu olduğu müddetçe iktidar tarafındaki çözülme hızlanacaktır. Cumhuriyet ve demokrasi talepleri olan cepheyi genişleten bir strateji izlemek gerekir” diye konuştu.

Önümüzdeki sürecin sınıfsal yarılmaları daha da derinleştireceğine dikkat çeken Özuğurlu, “Burada asıl bölünme halk egemenliği mi, yoksa bir avuç güç sahibinin egemenliği mi? Muhalefetin bu bölünmeye göre bir saflaşma yapıp, halk egemenliğinin örgütsel ifadelerini şimdiden oluşturması lazım. Burada emek örgütlerine de çok iş düşüyor. Sınıf çelişiklerinin siyasallaştığı bir zamandayız. Bütün meslek odaları, sendikalar, siyasi partiler tarafından kendi fikirlerinden bağımsız herkesin dahil olduğu, açlığın, yoksulluğun, konut sorunlarının ele alındığı ‘yerel kongreler’ örgütlenmeli. Buralarda aynı zamanda seçim güvenliği gibi konular da ele alınır” değerlendirmesini yaptı.

Özuğurlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Herkesin aklında 2015 Haziran - Kasım arasındaki bombaların patladığı dönem var. İnsanlarda güvenlik kaygısı ve istikrar arayışı olmuştu. Ancak şimdi insanların önemli bir bölümü zaten yaşam savaşı veriyor. Gelecek kaygısı içindeler. Güvenlik ve istikrar arayışının güçlü lidere yöneltici etkisi daha rutin bir yaşamı olan kitleler için söz konusu olabilir. Ancak şu anda kaotik bir ortam var, insanlar ekmek, yaşam kavgası veriyor. Yaşam kavgası veren insana güvenlik ve istikrar korkusu verirseniz, tam tersine değişim arzusunu güçlendirir.”