Orban’dan daha muhafazakâr olmak da Orban’a karşı yalnızca yan yana gelmek de Macaristan’da yeterli olmadı. Macaristan’da muhalefet, iktidara alternatif olmayı, bir öncekinin yeni sürümü olarak meydanlara çıkmak üzerinden kurdu.

Sandık, sokak ve ittifak

İlda Alçay Sepetoğlu

Macaristan seçimlerinde Fidesz Orban’ın yeniden kazanmasının ardından, “AKP sonrası” dair tartışmalar yeniden Türkiye’de ivme kazandı. Gerçi Macaristan seçimlerinden önce de iki ülke arasında benzerlikler -sadece otoriter rejim bağlamında değil düzen muhalefetinin seçim stratejileri bağlamında da- sol liberal çevrelerde iştahla işleniyordu. Bu bağlamda iki ülke arasında çeşitli benzerlikler kurularak, iktidarlar için mağlubiyetin yakın olduğu, otoriter bir liderin sandık zaferiyle nasıl yenileceği ve Türkiye özelinde gerici restorasyon övgüsüyle birleştirilerek pazarlanıyordu. Ne var ki beklenen olmadı. Macaristan’da Orban bir kez daha kazandı. Şimdi akıllardaki soru çok net: Erdoğan da bir kere daha kazanır mı?


Macaristan örneğinden devam edelim… Orban’a karşı sosyal demokrat partilerden sağcı partilere uzanan geniş bir yelpazede 6 parti ittifak kurdu. Yabancı düşmanı, homofobik, kadın hakları düşmanı sağ-muhafazakâr Orban’a karşı Márki-Zay ortak aday gösterildi. Márki-Zay tıpkı Orban gibi bize çok tanıdık bir profil aslında. En başta kendisi Orban’ın partisinin eski destekçilerinden. Dahası kendisini “Ben Fiedsz’den daha uzun zamandır muhafazakârım” diye tanımlıyor.

Bu noktada sağcılığı sağcılıkla, gericiliği gericilikle püskürtme stratejisi bize en tanıdık gelen taktik hamle tabii ki. Peki sonuç? Orban’ın seçim zaferi.
Başka deyişle Orban’dan daha muhafazakâr olmak da Orban’a karşı yalnızca yan yana gelmek de yeterli olmadı. Macaristan’da muhalefet, iktidara alternatif olmayı, bir öncekinin yeni sürümü olarak meydanlara çıkmak üzerinden kurdu. Neo-liberal politikaların salgınla birlikte artan tahribatına karşı sahici bir ekonomik alternatif sunmadı, kamucu politikaları, sosyal devlet gibi meseleleri gündemine almadı. Orban ise pandeminin yarattığı kriz ortamında etkileri azaltmak için birtakım önlemlere başvurdu; zamları durdurdu, ekonomiyi rayında tutmaya çalıştı, savaşta taraf tutmadı ve elbette -yine bizler için oldukça tanıdık olan- seçim sistemini kendi lehine yeniden düzenledi ve devletin tüm gücünü de arkasına alarak yeniden iktidara geldi.

Bu kısa çerçeve dahi Türkiye seçimleri ve gidişat üzerine düşünmek için önemli örnekler sunuyor aslında. Nitekim muhalefet etmenin, ittifak kurmanın yalnızca siyasi iktidarı ele geçirme anına odaklandığı, yer kapma kavgasına dayalı muhalefet tarzı, muhalefeti kaçınılmaz olarak iktidar koltuğunu kapmak için yine iktidarın politikalarına öykünerek “ben ondan daha iyiyim”, “size şunu vaat ediyorum” gibi yalnızca seçim propagandalarına dayanan bir pozisyona sıkıştıracaktır.

O halde en baştaki soruya tekrar dönebiliriz. Erdoğan yeniden kazanabilir mi? Macaristan seçimlerinden bu anlamda çıkarılacak epeyce ders var. Ve evet, düzen muhalefeti makbul tondan sesini hizalamaya çalıştıkça Erdoğan yeniden kazanacaktır.

Öncelikle şunu söylemek gerekir; Türkiye’de sorun yalnızca bir seçim meselesi değildir. Memlekette her şey normal akışındaymış gibi, sandıkları kurup “haydi oylayın” çağrısının yoksul emekçi halk arasında kesinlikle bir karşılığı yoktur. Şu an elzem olan, sandık başına gidip oy vermek değil, hangi koşullarda sandığa gidileceğidir. Bu koşulların nasıl olacağı da muhalefetin politikalarına bağlı olarak belirlenecektir.

Örneğin, Millet İttifakı bu zamana kadar iki ayrı açıklama yaptı. Ancak ne üzerine tartışmalar yapıldı ne beklenen umudu artırdı. Burada şunu hemen belirtelim; düzen muhalefetinin AKP ve Erdoğan karşısındaki bu stratejisi, politika bilmezlikten ya da basit anlamda yanlış bir taktik-hamleden ibaret değildir tabi ki. Aksine sınıf pozisyonuna uygun oldukça politik bir tercihtir ve altında bazı ön kabuller yatmaktadır.

Bunların en başında Türkiye toplumunun “muhafazakâr-milliyetçi bir toplum” olduğu sanrısı gelmektedir. Nitekim toplumun dindarlık üzerinden okuması hem sağ hem sol liberal çevrelerde çok alkış toplarken -son 20 yılda hızla artan biçimde- siyasetin ana belirleyeni de din üzerinden şekillendi. Dolayısıyla sağcılığın alt edilmesinin koşulu yine sağcılık politikalarına dayandırıldı.

İkinci olarak, Millet İttifakı’nın özünde Erdoğan’ın kurduğu neoliberalizmle harmanlanmış İslamcı rejimle bir kavgası da yoktur. Zaten bu sebeple AKP karşısına ekonomik krize odaklanan bir program dışında bir vaatle çıkmıyor.

Nihayetinde AKP’nin geriletilmesi ve Erdoğan’ın kaybetmesi hedefi, Türkiye’nin sermayenin ihtiyaçlarına göre yeniden şekillendirilmesi çağrısından başka bir şey değildir.

Oysa mesele yalnızca ekonomik kriz değildir. Bugün tarikat ve cemaatlerle, gericilikle, emek sömürüsüyle, güvencesiz çalışma ve gelecek koşullarıyla hesaplaşmayan hiçbir siyasal programın başarı şansı yoktur. Tıpkı Macaristan’da olduğu bir önceki iktidarın yeni sürümünü değil, yıkıcı, dönüştürücü bir programı ortaya koymak ancak başarı şansını artıracaktır.

Son olarak helalleşme çağrısına dayanan, barıştırarak kurulacak yeni düzen aslında piyasa ve sermaye ihtiyaçlarına artık cevap veremeyen, krizi yönetemeyen siyasal İslamcı bir kanadın tasfiyesini sağlayıp, İslamcı bir başka kanatla yeniden oyun kurmak olarak şekilleniyor. Yine aynı yerden rızayı üretip emekçi yoksul halka hiçbir vaatte bulunmadan sükûnet sağlamak hedefleniyor.

Dolayısıyla Millet İttifakı’nın da tıpkı AKP gibi sokak siyasetine mesafesi de siyasal katılımı sandık siyasetine kilitlemesi de tam bu temellere dayanıyor. Herkes durduğu yerden kendi sınıf pozisyonuna sahip çıkarak, dengeleri sermayeden yana düzenlerken “Sandık demokrasisi” sokak siyasetine alternatif, rekabetçi bir alan olarak kuruluyor. Sınıf çelişkilerinin uzlaşmaz boyutunu yok sayarak “hesaplaşma” değil “helalleşme” öne çıkarılıyor. Burjuva siyaseti kendini sistem içerisinde yeniden üretirken, ona eşlik eden sınırlı muhalefet pratikleri ise sermaye düzeninin yapıtaşlarını da korumayı hedefliyor. Bu açıdan “sandık siyaseti” öylesine bir tercih değil, sistemin sermaye lehine devamı için en işlevsel araçlardan birisi haline geliyor.

O halde Macaristan örneğine tekrar bakarak şunu söyleyebiliriz; Çıkış yolu nettir. Sandığı dışlamayan ancak ona da hapsolmadan, seçim öncesini ve sonrasını da hedefleyen bir siyasi hatta harekete ihtiyacımız var. Birleşmek, bir arada olmak, tek adama karşı kalabalık olmak, ittifak kurmak elbette önemlidir ama yeterli değildir. Birleşmek, direnişe dönüşmek zorundadır. Gasp edilen haklarımıza, geleceğimize, yoksullaşmaya, dinselleşmeye, talana, yalana, zamlara… Ancak direnerek karşı konulabilir. Dinci gericiliğe karşı laiklik ısrarıyla direnerek, piyasacılığa karşı kamuculukta ısrar ederek… Yan yana gelmenin azami örgütlülüğünü aşan emekçi halkın tüm sorunlarını önüne koyan bir program etrafında örgütlenmek bugün en önemli adımdır.