80’lerde Avrupa futboluna damga vuran Sovyetler Birliği, o dönemde kupa kazanmasa da oynadığı futbolla ve unutulmaz isimleriyle hafızalarda hâlâ yer etmekte

Sanki dün gibi...

Bazı takımlar gönüllerde yerlerini almıştır. Başarıdan bağımsız duruşları veya varoluşlarıdır sevilmelerinin esbab-ı mucibesi. İdeolojik sebepler ya da zamanın ruhunu yansıtmaları, onları unutulmaz kılmıştır. Çocuklukta sevilen takımlarsa bir ömür gönüllerde yaşatılmaktadır.

Belirli bir yaşın üzerindeki herkese sorun, bir ekibin özellikle altını çizeceklerdir. Gerek artık tarih olan bir Blokun lokomotifi olması, gerekse de renkli televizyonlardan rengarenk yansıtılan dünyada bir koyuluk oldukları için 1980’lerin Sovyetler Birliği takımı bir efsanedir.

Tam bu deneme kaleme alınırken, bize yıllardır birçok coğrafyadan maçlar anlatan sevgili Emre Gönlüşen’in kendi sosyal medya hesabında geçen gün onlara dair küçük bir anket düzenlemesi tatlı bir tesadüf olsa gerek. Yağan cevaplardan bazıları, bu satırların yazarı için de çocukluk demek!

İşte 1982 ve 1986 Dünya Kupası’nda patlama yapması beklenen Sovyetler Birliği, 1988 Avrupa Şampiyonası’nda final oynamış; Marco van Basten’den asrın golünü yemişlerdi.

Rusya’da 47 ayın sultanının başlamasına sayılı gün kala, o unutulmaz kadroyu saymalı, başlarındaki efsaneye selam durmalı...

Kulübedeki Valeri Lobanovski, bir modern zaman filozofofu gibiydi. Dinamo Kiev’de yazmaya başladığı manifesto, Sovyetler Birliği sayesinde yeryüzünün dört bir köşesine ulaşmıştı. Yeşil sahaların Spinozası’nın adı bugün statlarda, anıtlarda yaşıyor; felsefesi yeşil sahaları kaplıyor.

Kaledeki Tatar balet Rinat Dassaev, balenin asi çocuğu Nijinsky’nin yeteneğinde, Nureyev’in zarafetindeydi. Sovyetler Birliği tarihinin en fazla forma giyen ikinci futbolcusu EURO 1988’in unutulmaz finalinde asrın golünü yemişti.

Peki savunmanın ortasındaki Vagiz Khidiyatullin’e ne demeli? 58 kere millî olup altı gol atan bu savunma bakanı, sonradan Profesyonel Futbolcular Sendikası’nı kurmuştu. O da Tatardı, azimli bir savaşçıydı. Efsane takımın bir parçası olarak yüreğimizde yerini aldı. Soyadının Khidiatullin ya da Chidiatulin olarak yazıldığı da görüldüyse de Vagiz diye anımsamıştık adını.

Aslen Ukraynalı olup Doğu Almanya’da doğan Oleg Kuznetsov savunmaya asıl bakandı. Ukrayna Savunma Bakanı olmasını çok beklediysek de, sonradan politikaya bulaşmamıştı. Lobanovski’nin en güvendiği adamlardandı. Zekâsı ve sezgisiyle oyuna hükmedişi unutulmadı. Biraz ağır ama çaldırdığı her ölçüde insanın ruhuna işleyen bir Leonard Bernstein idi belki de o. Sonradan Glasgow topraklarında takılmıştı, Protestan bahçesindeki Ortodoks olarak hiç unutmadık.

Koştukça yanakları allaşan Aleksiy Mihalichenko, Aleksei Mikhailichenko, Oleksiy Mykhaylychenko, Aleksi Mihailiçenko… Adı nasıl yazılırsa yazılsın gönlümüzün turuncu prensiydi o. Biraz Karajan’dı. Hafif asi gelmişti bazılarımıza. Kuznetsov’un peşinden Glasgow yollarına düşmüştü. Rangers’da oynamasa sanki daha mutlu olacaktık ya neyse. Bitmek tükenmek bilmeyen enerjisiyle ilk kez Beşiktaş’ı paramparça eden Dinamo Kiev takımında gözümüze takılmış, milli maçta da canımızı sıkmıştı.

Vasili Rats... Macar asıllı Ukraynalı orta saha oyuncusu. Bu Rats gol attı mı, hep jeneriklere geçerdi sanırdık. 1986 Dünya Kupası’nda Fransa’ya, 1988 Avrupa Şampiyonası’nın grup maçında Hollanda’ya attığını birçok insan hâlâ anlatıyor.

Ivan Yaremchuk ise bir spikerin yanlış telaffuzu neticesinde akıllardan çıkamamıştı. Tam bir görev adamıydı ancak hep soyadı yüzünden hatırlandı!

Belarus’tan çıkan, orta sahaya kattığı zarafet dillere destan olan Sergey Aleynikov, Juventus’ta bile forma giymişti. Demirperdenin eridiği günlerde, CCCP formasının en çok yakıştıklarından biriydi. Belki de onu Çaykovski’nin müziğiyle izlemeli; Lobanovski’nin koreografisindeki kuğu oydu sanki.

Aleksandr Zavarov Dinamo Kiev patentini taşıyan isimlerden bir diğeriydi. Kuğunun son şarkısı gibi içli ve güzeldi. Rivayet odur ki kuğular ölmeden son bir şarkı söylerlermiş… Zavarov’un şarkısı Juventuslular tarafından da dinlenmişti.

Oleg Protasov Dinyeper forması giyerken Trabzon ağlarını havalandırmıştı. Tabii ki Dinamo Kiev’i görmeden dünyaya açılamamıştı. Bir ara Altay’a gelecek dedikoduları çıktığında, İzmir sallanmıştı. Transfer gerçekleşse Türkiye de sallanırdı ya neyse…

Igor Belanov kariyerinin en kötü performansını finalde göstermese, belki de Sovyetler Birliği şampiyon olacaktı. Kaçırdığı penaltı ile harcadığı pozisyonlarla maça damgasını vuranlardandı.

Aradan neredeyse 30 sene geçmiş; Duvar yıkılmış, bir Blok dağılmış. Oysa ki dün gibi…