Gerçek acı verici olduğunda, hele de insan kendisini koşullar karşısında yetersiz hissettiğinde, sanki başka bir gerçeklikte yaşıyormuş gibi yapmaya “kaçabilir.”

Birey söz konusu olduğunda anlaşılabilir bir durum. Psikiyatrik bir hastalıktan söz etmiyorum. Bir ruh hali, ayakta kalma çabası olarak, kendini koruma gayretinden öte değildir bu hal. Hayal dünyasında yaşıyorsun derler ya böyle insanlara, o durum.

Türkiye’de iktidara muhalif olduğu kabul edilen başta CHP, özellikle siyasi partiler ve çoğu örgütün içinde bulundukları hal biraz böyle galiba. Hayal dünyasında yaşıyorlar.

Sanki seçimli demokrasi varmış, iyi kötü bir hukuk sistemi işliyormuş da işte çalışıp çabalar halkın “teveccühünü” kazanabilirlerse iktidar el değiştirirmiş gibi yapıyorlar. Oysa bugün artık bırakın parlamenter sistemi, kuralları olan bir tek adam rejiminin bile olmadığı açık değil mi? Tek adam’ın da yönetemediği bir devlet krizi içinde sürükleniyor ülke.
Seçim döneminde eşit ve özgür propaganda yapabilmenin mümkün olmaması başlı başına bir sorun. Ama asıl sorun öyle ya da böyle yapılan seçimlerin güvenilir olmadığını gösteren çok sayıda kanıtın ortada olması. Üstelik yapılan yasal düzenlemelerle bu durum hukuka da uydurulmuş durumda.

Bir ana muhalefet düşünün, bir yandan en az iki referandum ve bir genel seçime hile karıştırıldığını açık açık söylüyor ama aynı zamanda seçim sonuçlarının belirlediği düzen içinde yaşamaktan da geri adım atmıyor. Tek dertleri halkın oyunu alabilecek yerel seçim adaylarını belirlemek. Diyelim en doğru adayı belirlediler, peki seçim güvenli olacak mı, sorusuna yanıtları var mı? Olmadığını son seçimlerdeki sefaletlerinden bir özeleştiri bile yapmamalarından çıkarabiliriz.

Şimdiki hallerine bakarsak, elindekileri koruyup, üzerine de bir iki artırabilirlerse kendilerini başarılı sayacak gibiler.

Diyelim İstanbul da alındı, ne olacak? En siyaset cahili bile 7 Haziran seçimlerinden sonra ne olduysa öyle olur derken, hatta RTE bile aynı şeyi söylerken sanki demokrasi varmış gibi davranmalarını nasıl açıklayabiliriz?

Bireyler de gruplar da örgütler de iki nedenle hayal dünyasına kaçabilirler. İlki ayakta kalma çabasıdır. Ama bir ikinci neden daha olur kimi zaman. Hayal dünyası gibi görünen hal, bilinçli olarak var olan düzenle uyum içinde olma ve bundan da yarar sağlama stratejsi olabilir. Bu ikinci hal, birinci durumun yarattığı yetersizliği nemalanarak aşmaya yarar. Hem yetersizliğinizle yüzleşmemiş hem de çıkar bile sağlamış olursunuz.

Özellikle CHP yönetici grubunun son yıllarına, parlamentodaki tutumuna ve elindeki yerel yönetimlerde yapıp ettiklerine bu gözle bakan biri, hayal dünyasından elde edilen yararı açık seçik görebilir. Güncel örnek, CHP elindeki yerel yönetimlerin kent rantını halkın, doğanın yararına kullanıp kullanmadığına AKP’li yerel yönetimlerden ne gibi farkları olduğuna bakmaktan geçiyor.

Hayal dünyası Meclis dışındaki muhalefet içinde geçerli değil mi? Örneğin Yüksel Sokağı direnişlerinin, KESK işgallerinin, ölüm oruçlarının toplumsal muhalefeti yaygınlaştırmaya, toplumsal bilinci artırmaya katkısı mı oldu, yoksa bir sokağa sıkışan ‘destan’ toplumsal muhalefetin dağılmasına mı yol açtı?

Hayal dünyasının bir diğer sonucu da, sanki acayip yeni, hiç duyulmamış, eşi benzeri olmayan, somut durum tahlillerine dayalı yepisyeni bir muhalefet hareketinin “icat edilmesi” gerektiği düşünceleri.

Bizim kendimize sormamız gereken soru şu;

Bu zorba ve acımasız yönetim karşısında hissettiğimiz güçsüzlüğümüzle yüzleşerek mücadeleyi kazanabileceğimize inanıyor muyuz? Tarih bizi haklı çıkaracak diye avunmaktan öte tarihi yapabileceğimize inanıyor muyuz?

Ancak o zaman “sanki”lerden sıyrılma imkanımız olacak. Gerçek acı verse de, kolumuzu kanadımızı kırsa da mücadeleye başlamak için en “gerçekçi” başlangıç noktası. Geleceği bu günden inşa etmenin başka yolu yok.