Anadolu arkeolojisinin en önemli yerleşmelerinden biri olan Çatalhöyük üzerine ortaya atılan bu iddialar, özellikle Türkiye basını tarafından niçin araştırılmadan, Türkiye arkeolojisine ve bilim insanlarına zarar verecek başlıklarla yayımlanıyor?

Sansasyonel haberler, basına sunulan hikâyeler ve arkeoloji

Deniz Genceolu - Aktüel Arkeoloji Editörü
Murat Nağış - Aktüel Arkeoloji Yazı İşleri Müdürü

Arkeoloji dünyası geçtiğimiz Ekim ayında Akdeniz’in en büyük bulmacasının çözüldüğüne dair haberlerle çalkalanmış, Afyonkarahisar’da bulunan 3 bin 200 yıllık Luvi dilinde yazılmış bir yazıtın Karanlık Çağlara ışık tuttuğu ve antik Mısır belgelerinde “gizemli deniz insanları” olarak bahsi geçen ve Deniz Kavimleri olarak bilinen denizden gelen yağmacıların sırrının çözüldüğü iddia edilmişti.

Yerli ve yabancı basında hızla yayılan bu haberin kaynağı Luvi Araştırmaları Vakfı başkanı Dr. Eberhard Zangger ve meslektaşı Dr. Fred Woudhuzien başkanlığında İsviçreli ve Hollandalı arkeologlardan oluşan bir ekip tarafından yapılan çalışma idi.

Arkeoloji dünyasında tartışmalar yaratan bu yazıt, iddiaya göre 1878 yılında, Afyonkarahisar’daki Beyköy köyünde bulunmuş ve bir caminin temelinde inşaat malzemesi olarak kullanılmadan önce Fransız arkeolog George Perrot tarafından kopyalanmıştı.

Bugün dünyada yalnızca birkaç kişi tarafından okunabilen Luvi dilinde yazılmış bu metnin kopyası, İngiliz arkeolog James Mellaart’ın 2012 yılındaki ölümünün ardından, oğlu tarafından evinde bulunmuş ve Dr. Eberhard Zangger’e teslim edilmişti. Kopyayı inceleyen Hollandalı dilbilimci ve Luvi dili uzmanı Zangger, metnin Batı Anadolu’dan gelen Luvi halkının, Doğu Akdeniz’de Tunç Çağının sona ermesinde rol oynayan işgalci Deniz Kavimleri ile birlik olarak Tunç Çağının sonlanışına katkı sağladığı şeklinde bir anlam içerdiğini açıklamıştı. Yazıtın çevirisi, Dr. Fred Woudhuzien tarafından yapılmış ve elde edilen bulgular geçtiğimiz Aralık ayında Proceedings of the Dutch Archaeological and Historical Society tarafından yayımlanan Talanta adlı bilimsel dergide yayımlanmıştı.

Basında önemli yer bulan ve arkeoloji dünyasında tartışmalar yaratan bu çalışma pek çok bilim adamının eleştirilerine maruz kaldı. Konu ile ilgili eleştiriler arasında en çok dikkat çekenlerden biri de, yazıta ilişkin bir fotoğraf veya bir belge bulunmuyor oluşu idi. Philipps Marburg Üniversitesinden dilbilimci Dr. Ilya Yakubovich, yazıtın kopyası olduğu iddia edilen çizimlerdeki çiviyazılı işaretlerin daha çok Demir Çağı özellikleri taşıdığını, çalışmada ise yazıtın İmparatorluk Dönemine ait olduğunun iddia edildiğini belirterek, tamamen sahte bir durumla karşı karşıya olunduğunu dile getirmişti.

İddiaların hedefinde bu kez Çatalhöyük var
Bugünlerde ise, kaynağı yine Dr. Zangger olan ve bir virüs gibi basında hızla yayılarak, kafaları daha da karıştıran yeni bir sansasyonel haber ortaya çıktı. Dr. Zangger’in, ünlü arkeolog James Mellaart ile Çatalhöyük’ü hedef alan bu iddialarına göre, 1958 yılında tarihöncesi arkeolojisinin en önemli yerleşmelerinden biri olan Çatalhöyük’ü keşfeden ve 1965 yılına kadar alanda kazı çalışmaları yürüten Mellaart’ın Çatalhöyük’te ortaya çıkardığı bulguların birçoğu sahte idi ve arkeoloğun kendisi tarafından üretilmişti.

Mellaart hayatını kaybettikten sonra evinde incelemeler yaptığını belirten Zangger, Çatalhöyük’teki duvar resimlerinin bir kısmının arkeolog tarafından üretildiğini, bunun en büyük kanıtının ise Mellaart’ın evinde bulunan şist üzerine kazınmış eskiz çizimleri olduğunu iddia etti. Mellaart, Çatalhöyük duvar resimleri üzerine yaptığı araştırmalarını ilk olarak 1962 yılında Archaeology adlı dergide yayımladı. Mellaart’ın bu ve takip eden yıllarda yaptığı diğer birçok yayınında duvar resimlerinin yalnızca çizim ve tasvirlerinin yer aldığını, fotoğrafların ise bulunmadığını belirten Zangger, Mellaart’ı sahtecilikle suçladı.

“Ben Ölmeden Yayımlamayın”
Mellaart’ın Beyköy yazıtları ile ilgili de sahte belgeler ürettiğini iddia eden Zangger, bu yazıtların tümü değilse de çoğunun sahte olduğunu belirtti. Mellaart’ın evinde, arkeoloğun ölmeden önce bıraktığı bir not bulduğunu iddia eden Zangger, bu notta Mellaart’ın Beyköy yazıtlarının ölümünden önce yayımlanmaması gerektiğinin yazdığını söyledi.
Zangger, Mellaart’ın 1995 yılında kendisine, Beyköy adlı bir köyde bulunan Luvi dilinde yazılmış yazıtlardan bahsettiğini ve kendisinin Luvi dilini okuyamadığını ancak bu bulguları yayımlamak istediğini söylediğini de sözlerine ekledi. Mellaart bu yazıtlardan, 1992 yılında Bulletin of the Anglo-Israel Archaeological Society tarafından yayımlanan bilimsel dergide yayımlanan makalesinde kısaca bahsetmişti.

Luvi dilini bilmediğini söyleyen Mellaart’ın evinde bulunan belgelerden yola çıkarak, İngiliz arkeoloğun antik diller konusunda uzman olduğunu düşündüğünü söyleyen Zangger, Mellaart’ın bıraktığı bu not ile bu metinlerin yayımlanması konusunda başka araştırmacıları ikna etmeye çalıştığını ve bu sahteciliğe başkalarını da dahil etmeyi planladığını iddia ediyor.

Zangger, geçtiğimiz Aralık ayında yaptığı yayınında incelediği yazıtın tamamen sahte olup olmadığını bilmediğini ancak ihanete uğramış gibi hissettiğini de sözlerine ekliyor.

Peki tüm bunlar ne anlama geliyor?
Zangger’in peş peşe ortaya attığı ve hem arkeoloji camiasında hem de tüm dünyada büyük yankı uyandıran bu iddialar ne anlama geliyor? Aslında aklımıza gelen birçok soru var. Aralık ayında yayımladığı çalışmasında incelediği yazıt kopyasını ve diğer birçok belgeyi Mellaart’ın evinden aldığını söyleyen Zannger, yukarıda bahsi geçen bu notu neden daha önce paylaşmadı? Metnin yayımlanmasının ardından ağır eleştirilere maruz kalan Zangger ve ekibi, bu eleştirilerin altından kalkmak için sahte iddialar ortaya atmış olabilir mi? Tarihöncesi arkeolojisinin en önemli yerleşmelerinden biri olan Çatalhöyük bu şekilde karalanarak nereye varılmaya çalışıyor? 1993 yılından başlayarak, 25 yıl boyunca Çatalhöyük’te yürütülen bilimsel araştırma ve kazı çalışmalarının başkanlığını yapan Ian Hodder bile bu konuda herhangi bir açıklama yapma gereği duymamışken, Anadolu arkeolojisinin en önemli yerleşmelerinden biri olan Çatalhöyük üzerine ortaya atılan bu iddialar, özellikle Türkiye basını tarafından niçin araştırılmadan, Türkiye arkeolojisine ve bilim insanlarına zarar verecek başlıklarla yayımlanıyor?

Kaldı ki, Mellaart’tan sonraki dönemlerde yapılan kazılarda çok sayıda benzer buluntu ele geçmiş, Çatalhöyük üzerine sayısız bilimsel araştırma yayımlanmıştır. Mellaart’ın evinden çıktığı iddia edilen eskizlerin veya belgelerin gerçekten bir sahtecilik ürünü olup olmadığını bilmek için uzman arkeologların ve araştırmacıların yorumlarına ihtiyacımız var. Tüm bu sorular, konu ile ilgili bilgisi olan arkeologların suskunluğunda şu an için yanıtlanmayı bekliyor ancak insanlık tarihinin en önemli basamaklarından birinin aydınlatılmasında son derece önemli bulgular sağlayan ve sağlamaya devam edecek Çatalhöyük’ün adının bu iddialar ile birlikte anılmasından rahatsız olduğumuzu söylemekte fayda var. Özellikle Türkiye basınının bu konuda daha hassas olmasının ve gerçek bilgiyi temel alan haberler üretmesinin doğru olacağını düşünüyoruz.