Bizi yakından takip eden Avrupalı bir gazeteci arkadaşım, “Seçime az kala ekonomi biraz düzelme eğilimine girsin, kamuoyuna bunu çok iyi satarak Erdoğan yine kazanır” dedi.

Kendince kanıtları da var: İflasın eşiğindeki esnafın yine Erdoğan’a oy vereceğine, bir ailenin fanatik FB’li AKP’lisinin ailenin tek GS’lisinin “Muhalefete oy ver Fenerli olacağım” demesinin bile işe yaramadığına tanık olmuş. “O kadar yani. Erdoğan’ın bugüne kadar anlattığı hikâye ile kendisine öyle bağladığı bir kitle var ki, değişmezler” diyor.

Böyle tekil örneklerden sonuç çıkarmak doğru değildir. Yine de, muhalefet bu gözlem ve değerlendirmeleri “Asla rehavete kapılma!” uyarısı olarak hep aklında tutmalı.

Son yıllarda siyaset bilimi ve iletişim alanında yapılan pek çok araştırma dünün otoriter/totaliter liderleri ile modern zamanların otoriter/totaliter liderleri arasındaki temel farkı; birinciler yönetmek için daha fazla şiddete, hatta kitle katliamlarına yaslanırken, ikinciler iletişimi kontrol ederek bilginin manipülasyonuna dayanıyor, şeklinde açıklıyor.

***

Modern zamanlarda, ekonomik şoklar çok büyük ve sarsıcı olmadığı sürece, otoriter/totaliter liderler, pek çok alanda beceriksiz bile olsalar, enformasyon ortamını kontrol edip manipüle ederek ayakta kalabiliyorlar.

Liderin etrafındaki iyi bilgilendirilmiş bir grup seçkinin koordinasyonuyla yürütülen manipülasyon, olmadı sansür, o da yetmediğinde dozu artırılan baskı ve şiddetle seçimlerin kazanıldığı görülüyor.

Ülke bu denge içinde yönetilirken, ekonomik gerilemeler, bir şok halinde hissedilmiyorsa, otoriter/totaliter yönetimleri değiştirmeye yetmiyor. Kitleler hâlâ otoriter/totaliter liderin yetkinliğine ikna edilebiliyorlar.

Bu yaklaşımların eksikliği, siyasal mücadeleyi iktidarın tek kale oynadığı bir maç gibi görmeleri ve muhalefetin olası performansını hesaba katmamaları. Ancak, muhalefet için bir o kadar da uyarıcılar. Uyarıcı, çünkü “Güzel günler gelmez size, siz onlara yürümedikçe!” diyerek muhalefeti aktif ve militan mücadeleye çağırıyor!

***

Şimdi, Meclis’te geçti geçecek bir “sosyal medya yasası” var. İktidar bunu “dezenformasyonla mücadele” ve “ifade özgürlüğünü garanti altına almak” için yapılan bir düzenleme olarak anlatıyor. Gazetecilik örgütleri ise halkın haber alma hakkının ipini çekecek bir “sansür” yasası olarak.

Sansürün, sansür edilen konuya ilgi ve merakı artırdığı bir gerçek olsa da, totaliter rejimler hep ondan medet ummuşlardır. İfade edilmesi engellense de, sansürle bir fikri ortadan kaldıramıyorsunuz ve o fikir mutlaka yolunu bulup yayılıyor.

Ancak, bu da bir rehavet nedeni olamaz! “Dezenformasyonla mücadele” ve hapis cezasını “yalan haber için getiriyoruz” diyerek kamuoyu oluşturmaya çalışanlara, ana muhalefet liderinin haber değeri tartışmasız bir yayını nedeniyle TV’lere ceza yağdıranlara söylenmesi gereken şeyler var.

***

Dezenformasyon”, “doğruluğu kanıtlanmamış bilgi” için hapis cezalarına hükmedecekseniz, (hadi neyin dezenformasyon ve doğruluğu kanıtlanmamış bilgi olduğuna kimin karar verdiği de şöyle dursun) dezenformasyon ve yanlış bilgi olduğu kanıtlanmış haberler için de ceza verecek misiniz?

Dün mayıs enflasyonu açıklandı. Resmi olarak enflasyonun yükselmeye devam ettiğini ilan edildi!

Oysa, Erdoğan ve Maliye Bakanı Nebati’nin ağzından kocaman kocaman haberler yapılmıştı: Müsterih olun, mayıstan itibaren enflasyon düşecek!

Şimdi bu dezenformasyon, bu doğruluğu kanıtlanmamış bilgi değil mi?

Sansür iktidara işte böyle sorular sormayalım diye lazım! Ancak, soru da çatlağını bulan su gibidir, bir yolunu bulur, sorulur!