Krakow’da Yeni Ufuklar Film Festivali düzenleniyor. Festivalin özel bölümü  Türkiye sineması üzerinde odaklanıyor. Retrospektif olarak

SANSÜR VE “FOTOĞRAF” MESELESİ:
Kültür Bakanlığı’nın elleri Polonya’ya
kadar uzanmış…

Krakow’da Yeni Ufuklar Film Festivali düzenleniyor. Festivalin özel bölümü  Türkiye sineması üzerinde odaklanıyor. Retrospektif olarak Zeki Demirkubuz’un filmleri gösteriliyor, aynı zamanda Türkiye’de yapılan siyasal filmlere özel bir ağırlık tanınıyor. Kültür Bakanlığımız ve Polonya Kültür ataşeliğimiz Festivalin önemli sponsorlarından. Filmleri seyrediyorlar ve festival komitesi seçkisini yapıyor. Aynı zamanda Türkiye Sineması üzerine bir kitap hazırlıyorlar. Pek çok yönetmenimizi Polonya’da konuk ediyorlar. Buraya kadar hepsi güzel, amaç böylesi etkinlikleri dünyanın pek çok ülkesinde yapmak ve aynı zamanda kurumsal altyapısını da hazırlayarak, sinemamızın dünya satışlarını artırmak için çaba göstermek olmalı. Ama bizim bu tür işlerimizde her zaman bir limon sıkacak şey olur: nitekim burada da oldu. öncelikli olarak Bakanlıktan yetkililer ve ataşelikten belirli “müthiş görevliler” programdan Fotoğraf filminin çıkartılmasını istiyorlar. Kazım Öz’ün Fotoğraf filminin ana çatısı İstanbul’un bir kenar mahallesinden iki gencin doğuya gitmesi üzerine kuruludur: biri askere gider, diğeri gerilla olmaya. Süreç ikisinin de “kardeşliği” üzerine kuruludur. En itidalli Kürt filmlerinden biridir. Sonuç olarak Fotoğraf programdan çıkartılır. Kazım Öz açıklama yapar; festival resmi olarak doğrulamaz, çünkü Bakanlık ve ataşelikten “müthiş görevliler” yetkilerini kullanarak baskı yaparken, hiçbir resmi evrakla bunu yapmazlar, itinayla süreci şifahen ile yönlendirirler. Ardından Kazım Öz son belgeseli Şavaklar’ı belgeselden gerçekten üzülerek çekmek durumunda kalır. Son aşamada sürece Yeni Sinema Hareketi müdahil olarak, onurlu bir şekilde durumu anlatan ve kınayan bir açıklama yaparak “pek hizaya gelmiş sinema ortamımız” için insanı ferahlatan bir karşı çabaya girişirler.
Bütün bunların ardından şunu açıkça söylemek istiyorum: sansürün mantığı  ve kendi hedeflerini seçmesi hiç de öyle rastlantısal ve kendiliğinden yaşanmaz. Burada hem sinema tarihimizden hem de siyasal süreçlerden belirli dersleri çıkartmak yanlısıyım.
1.Türkiye’de geçmişte sansür kurumsallaşmış, yasal süreçlerde yeri olan bir kurumdu, bir yandan genel işleyişi kontrol ediyor, öte yandan özel olarak yetenekli sanatçılarımızı özenle hizaya getiriyorlardı. Bu anlamda örneğin bugün kutsanan Lütfi Akad’ın ismiyle bile sansüre senaryo gönderilemiyordu.
2.Türkiye’de pek çok yetenekli solcu sinemada şansını denemiş, sansürün ve piyasanın darbeleri ile itinayla hizaya getirilmiş, hatta bu kişiler bir çıkış bulamayınca, dünya görüşlerini ve filmlerinin temalarını pek güzel değiştirmişlerdi. Metin Erksan ve Halit Refiğ bunlardan sadece ikisidir.
3.Normal yollarla sansür edilemeyen insanlar için bire bir sansür gündeme getirilmiştir. Yılmaz Güney eğer bu kadar yetenekli ve bu kadar etkili olmasaydı, bu kadar çok provokasyona getirilmezdi, gerçek şu ki Güney’e bir tür hayat Türkiye Cumhuriyeti tarafından zehredildi. Sansür sinemayı kontrol etmenin yalnızca bir aracıydı, örnek olarak Yılmaz Güney Ağıt filmini Nevşehir’de sözlü bir uyarı ve tehditle zorunlu olarak gönderildiği sürgünde çekmişti. Güney bu koşullar altında bile filmlerine siyasi mesajları yerleştirmekten çekinmediği için tutuklandı, afla serbest kaldığında ise Arkadaş filmini yönetince Yumurtalık olayı oldu. aynı zamanda Güney yurtdışına çıkmaktan başka şey yapamayacak müdahalelere uğradı: burada tarihi bir gerçeği açıklamak istiyorum, Yılmaz Güney’in yurtdışına çıkma öyküsü ile Nazım Hikmet’in çıkmak durumunda kalması benzer bir seyir izlemiştir.
4.Kazım Öz, şu anda yaşayan Kürt sinemacılar içerisinde doğrudan politik uzantıları olan filmler yapmaktadır, dahası Kürt sinemacılarının en iyisi ve en yeteneklisidir. Bu nedenle hemen her platformda (yalnızca Bakanlık tarafından değil) olabildiğince engellenmektedir. Yalnızca Kazım Öz’le sınırlı değildir, konuya özel olarak eğildiğimizde, sanat yaşamlarının belirli anlarında Yavuz Özkan, Zeki Demirkubuz, Sırrı Süreyya Önder, Derviş Zaim gibi isimlerde özel/şahsi/bire bir uyarılarla sansürün ve yapmak istedikleri projelerin yapılmaması ya da yapılamayacağı yönünde uyarılar almışlardır.
5.Hükümet bir yandan Açılımın altında kalırken, öte yandan Polonya’daki bir festivalde gösterilecek ve bakanlığın eser işletme belgesi verdiği bir filmin programdan çıkartılmasını dayatacak kadar dar görüşlü ve tutarsızdır. Sansürün belirli bir sinsi politika ile hareket etmesi, doğru hedefler tutturması, onun süreci iyi idare etmesi anlamına gelmez. Aksine her zaman bu tür işleri yüzlerine gözlerine bulaştırırlar ve insanı irite edecek eylemlere girişirler. Bu süreçte bunun doğrudan ve açık bir örneği olmuştur.
6.Yeni Sinema Hareketinin sansürü kınaması ve en kısa sürede tepki vermesi onurlu ve desteklenmesi gereken bir davranıştır.
7.TÜRKİYE’DE SANSÜR KALKMAMIŞTIR. SADECE SANSÜR SON DERECE BAŞARILI MÜDAHALELERLE KÖKLÜ BİR OTOSANSÜRE DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞTÜR. ONUN YETMEDİĞİ YERLERDE SANSÜR BİRE BİR VE GAYRI MEŞRU YOLLARLA VE TEHDİTLERLE GEREKLİ OLAN BÜTÜN SANATÇILAR İÇİN UYGULANMIŞTIR. GEÇMİŞTEN BUGÜNÜN FARKI; GÜNÜMÜZDE SANSÜRLE BOĞUŞMASI GEREKEN ÇOK DAHA AZ SAYIDA ESERİN ÜRETİLMESİDİR.