Özgür ve sansürlenmemiş bir medya seçim dönemlerinde her zamankinden daha önemli hale gelir. Yarışan tarafların iddia ve programlarını seçmene iletmeleri için en önemli mecra genel olarak medya oluyor. Yazılı ve görsel medyaya dönük erişim yasakları, ilan/yayın cezaları ve doğrudan iktidarca fonlanan gazete ve televizyonlarla iktidar lehine “zapturapt” altına alınmış bir medya düzeninde ise sosyal medya siteleri ve internet medyasının önemi daha da artıyor. Özellikle sosyal medyanın göreceli özgür ortamını seçim sürecinde risk olarak gören iktidar seçime giderken en kritik adımlardan birisi olan “Sansür Yasasını” çıkarmak üzere. Bugün itibariyle iki maddesi genel kuruldan geçmiş durumda. Eğer Meclis’teki muhalefet tarafından etkili ve sonuç alıcı bir şeyler yapılmaz ise şu andan itibaren olacaklar belli. Önümüzdeki 1-2 hafta içerisinde TBMM’den geçer, kanunlaşır. Muhalefet tarihe not düşer, sonra Anayasa Mahkemesi’ne gider. AYM gündemine alınması bile seçim sonrasına kalır.

Yasa teklifinin özellikle hapis cezası öngören 29. Maddesi enine boyuna tartışıldı. Bu maddenin nasıl uygulanacağını öngörmek için en son Gülşen’in tutuklandığı maddenin nasıl hukuk dışı uygulandığını hatırlamak yeter. Üstelik Gülşen TCK 216. Maddede “açık ve yakın tehlike” unsuru öngörülmüşken ve bu koşul gerçekleşmemişken tutuklanmıştı. Sansür yasa teklifine göre “açık ve yakın tehlike” şartının gerçekleşmesi de gerekmiyor. YouTube ve Twitter gibi popüler platformlara, bunların gizlilik politikalarına ve anlık haberleşme programlarının (WhatsApp gibi) yazışma içeriklerine bile nüfuz ve müdahale etme olanağı getiren maddeler ise yeterince tartışılmadı bile. Seçim iklimini bu kadar yakından ilgilendiren ve aylardır gündemde olan bu teklife karşı etkili ve sonuç alıcı bir karşı duruş gerçekleştirilemedi.

Aslında toplumun tüm kesimlerini özellikle gençleri yakından ilgilendiren, iktidarın özgürlük karşıtı tutumunu bu kadar açık eden ve doğrudan seçim koşullarını da ilgilendiren bir gündem varken iktidara inanılmaz şekilde gereksiz ve anlamsız bir pas atıldı: Kadınların Yürüttükleri Mesleğin İcrası Kapsamındaki Kılık ve Kıyafeti Giymek Dışında Herhangi Bir Zorlamaya Tabi Tutulmaması Hakkında Kanun Teklifi.

Bu teklifin tüm CHP milletvekillerinin imzası ile TBMM’ye sunulması sonrası Sansür Yasası dahil tüm gündemler geriye düştü. Pası alan Erdoğan el artırarak kıyafet düzenlenmesi yanında “aile kurumunun güçlendirilmesini” de içeren bir Anayasa değişikliği çalışması başlattı. Bu çalışmanın içeriği seçim sürecinin ana tartışma başlığı olmaya aday. Muhtemelen aileyi güçlendirme adı altında, Orban benzeri sağ popülist liderlerin yaptığı gibi toplumsal cinsiyet, kürtaj, nafaka ve LGBTİ+ bireylere dönük kısıtlamalar ve çocuk evliliği gündeme gelecek. CHP yönetimi ve teklifini destekleyenlerin çifte açmazı o aşamada başlayacak. Sayın Kılıçdaroğlu’nu “şah çekti” diye alkışlayanların da değişik düzlemlerde dağılacağı bir süreç olacak. Öteden beri kadın hareketlerinin direnişi karşısında cesaret edilemeyen ancak tarikat ve cemaatlerin dillendirdiği düzenlemeler gündeme gelecek. Velev ki Anayasalaşmasa bile iktidar ve yandaşlarına motivasyon ve öteden beri bağlarının zayıfladığı kesimlerle diyalog kurma fırsatı verilmiş olacak.

Tarihin ve mevcut koşulların sola/sosyalizan politikalara bu kadar alan açtığı bir kavşakta toplum nezdinde çözülmüş -ki bunun en büyük göstergesi Gezi Direnişi’ydi- bir meseleyi kendi tabanını rahatsız etme pahasına taktik olarak olsa bile gündeme getirmek gerçekten anlaşılmaz. Aslında anlaşılıyor: sağın ezberleri ve iktidarın çizdiği sınırlarda kalıp, biz de milliyiz biz de muhafazakârız mesajı vermek.

Tam burada tekraren vurgulamak isterim; CHP yönetimi açısından benzer hamlelerin artık taktik olmaktan çıkıp içselleştirilmiş bir politik tutuma, ray değişikliğine dönüştüğünü, tabanı sağa endoktrine ettiğini özellikle CHP’lilerin görmesi gerek. Tabii ki partiler değişebilir dönüşebilir. Ancak bu şekilde tepeden bir endoktrinasyonla ve sürpriz taktik hamlelerle değil.