Adı üstünde köpek öldüren yokuşu bu.

Adı üstünde köpek öldüren yokuşu bu. Bütün köhne şehirlerin, köhnemiş yerleşiklerine zulmü reva kılan sıra ötesi yokuşlarından sadece biri. Uzun ve oldukça eğimli yokuşun daha başından söylenmeye başlıyor Hoşaf Sami;

“ Hayy, senin gibi yokuşa, hayy sana ayak basana”

Daha yokuşu yarılamadan inceden inceye bir ahmak ıslatan başlamaz mı?

“ Hahh, bir sen eksiktin. Dökül bakalım dökül..”

Kendi kendine ‘ daha öğle olmadan inen yağmurun kırk ikindisi mi olurmuş, havalarda şaşırdı’ ’ diye söylenerek yokuşa saran Cenap Hoca, yokuşla nefes nefese mücadele eden Hoşaf Sami’ye yetişmek için hızlandı. Yanına vardığında o da nefes nefese idi. Yokuş başına kadar hiç konuşmadılar. Yokuşa, sadece yağmur ve bir birine karışan nefes sesleri hakimdi.

Kimi ağaç, kimi saçak altlarını belleyerek sessizce yürüdüler bir süre daha. Kendilerine gelinceye kadar düzde de sürdü bu sessizlikleri. Sessizliği ilk bozan Cenap Hoca oldu.

“ Ne o, Sami. Akçasazın Ağaları yine üzmüş seni anlaşılan. Suratından düşen bin parça. Bu ne hal?”

Hoşaf Sami’de sanki bunu bekliyormuş gibi pat diye girdi söze.

“ Sen okumuş, yazmış adamsın de bakalım; eşkıya dediğin kaç türlüdür?”

“ Eşkıya dediğin bu coğrafyada çeşit çeşit Sami. Şarabisi de var, puştu da. Hem niye sordun ki şimdi bunu? ”

“ Hiç öylesine sordum işte. Sen bir say bakalım şu eşkıyaları?”

“ Hangi gözle baktığına göre değişir bu tanım Sami. Halkın gözünde, Bolubeyinden, Abdi Ağa’ya, zulmeden, soyan tüm beyler, ağalar eşkıyadır. O beyler ve ağaların gözünde ise tıkırında giden düzenine her baş kaldıran, eşkıyadır ve salar peşinden jandarmasını, kolluklarını.. Kanunları vardır. Uymayana zulüm ederler. Bu sıradan zorbaların kendilerince dobralıkları vardır.

Bu ağalar ve beylerin ötesinde, eşkıyanın puştu vardır ki; ağalar, beyler eline su dökemez.. İkirciklidir. Diline pelesenk ettiği ‘namert’liği içselleştirmiştir. Keyfiyetine bağlı kanunları vardır. Güçsüze diklenir, güçlüye eğilir. Bizatihi kendisi de bir jandarmadır.

Okyanus ötesi bir sinsilik ve kendini saran kanatlara karşı siniklik içerisindedir. Sinsiliği, gönülden söz ederken göğüsten vurmasından gelir. “

Bu tür eşkıya düzeninde, ‘ İleri demokrasi’ adına parti ve dernek kapatmaları kaldırılmış, yerine parti, dernek, gazete ve benzerlerine saldırma, basma, gözaltına alma uygulamalarını konmuştur. 2000’li yıllarda her 100 gözaltıdan 5’i tutuklanırken, bu gün her 100 gözaltıdan 25’i tutuklanmaktadır. Göz altında ortalama her yıl 100 kişi ölmektedir. İşkence ve kötü muamele son on yılda üç katına çıkmış. Bütün bunların hangi eşkıyalık kategorisine girdiğini artık her kes biliyor.”

Asmalı Büfe’den gazete alırlarken bir nefes soluklandılar. Sonra Cenap Hoca devam etti;

“ Bak Sami, Gavras’ın betimlemesinden yola çıkarak, karşında böylesi bir eşkıyanın puştu oturuyorsa, hiç boş durma, söv suratına, hatta tükür. Bunlar için bir nedenin yoksa hiç üzülme, çünkü o mutlaka bir neden biliyordur. ”

“İyi dedin Cenap Hoca. Anlattığın türden biri var ki, önüne geleni fırçalıyor, tehdit, küfür gırla gitsin.. Onun dışında her kes cahil, herkes yalancı.. Bir elinde gaz, bir elinde saz, meydanları işgal etmiş dolaşıyor. O, bir Başkomiser; astığı astık, kestiği kestik. O bir Usta; her şeyi bilen ve öğreten.. ”

“ Sen ne diyorsun Sami, sakın bu Bayburtlu’nun akıllı eşeği olmasın? Hani, Bayburtlu , eşeğinin yularını tutmuş, köyüne gidiyormuş. Karşıdan gelen bir 'yabancı' sormuş: Amca eşek kendi kendine gider, sen ne diye yuları tutmuş, çekiyorsun? 'Bey bey' demiş Bayburtlu : Doğru söylirsen, güzel söylirsen emme ve lakin Baybut'ta senin gibi akıllı eşek neredeee?”

 
Söyleşe, gülüşe koca çınarın altına varmışlardı. Onları karşıdan gören Şiktan çoktan cezveyi ateşe sürmüştü bile.. Sırçınar’ın önünde gençlerin yaktığı ateş, camdaki Metin Hoca’nın afişinde şavkıyordu.

Dağlarda ve kentlerde direniş, eşkıya ateşleri…

Ve içimizde dostluk ateşi İbrahim’in….

Sönmeyecek…….