Mahkeme kararlarını tanımayan bir siyasi iktidarın egemen olduğu mekân yargı bağımsızlığının ve hukukun üstünlüğünün sağlanması sonucunu doğuracak diyalogların zemini olamaz.

Saray’a giden hukukçular


MUSTAFA KARADAĞ

Adli yıl bu yıl da imara aykırılığı ile bilinen Saray’da yapılıyor. Ankara’daki bazı adliye hizmet binalarının, hatta Yargıtay Savcılığı binasının dahi imara aykırılığının konuşulduğu bir ortamda Saray’ın imara aykırı olduğunun çok bir önemi yok. Asıl sorun Saray’da oturan Başkan’ın imara aykırılığı tespit eden mahkeme kararını tanımadığını ilan etmesine karşın bu kararı verenlerin Başkan’ı ayakta karşılamak ve alkışlamak için oraya gitmekte bir beis görmemelerinde. Bu sözlerimiz adli yıl açılışının Saray’da yapılmasını bir lütuf olarak algılayan “meslek mensuplarına”.

Bizim üzerinde durduğumuz konu ise bu açılışın Türkiye’de yargı bağımsızlığına verdiği onarılması mümkün olmayan zarar. Demokrasinin zorunlu unsuru olan kuvvetler ayrılığının, bu bağlamda yargı bağımsızlığının korunması Anayasa ile güvence altına alınmıştır diyerek başlamak isterdik. Ne var ki şu an itibariyle Anayasa’da yerini bulan ve fakat Dünya literatüründe örneği bulunmayan Sınır Tanımayan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi içinde yargı bağımsızlığının Anayasa ile güvence altına alındığını söylemek oldukça zor. Yine de Anayasa’dan halen var olan hükümler içinde yargı bağımsızlığı diye bir şey var ve biz buradan hareketle bir şeyler söylemeye çalışacağız.

Anayasa’nın 6. maddesi egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu ve milletin egemenliği, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanacağını hüküm altına alıyor, 11. maddesinde ise “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır” hükmü var. 7, 8 ve 9. maddelerde de organların yasama, yürütme ve yasama yetkilerini kullanacaklarını düzenlemiş. 10. maddede ise hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamayacağını ve Devlet organları ile idare makamlarının işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesinin cari olduğu düzenlemesi yer almıştır. Buradan çıkarılacak sonuç, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin Anayasaya aykırı olduğudur. Zira aynı zamanda iktidar Partisinin Genel Başkanı olan ve parti politikasını dahi tek başına belirleyen Cumhurbaşkanı kendisini devletin başı olmakla, tüm güçlerin, yani yasama, yürütme ve yargı yetkisini kullanan organların da başkanı sanmakta ve buna göre davranmaktadır. Bu itibarla, Millet adına yargı yetkisini kullanan yargıç, savcı ve avukatların oturtulduğu salona sonradan girerek ayakta ve alkışlar eşliğinde karşılanmasının normal olduğunu düşünmektedir. İşin tuhaf tarafı kendilerinin bağımsız olduğunu iddia eden (kural olarak) ve kendilerine hukukçu diyen zevatın da bu davranışı normal karşılamasıdır.

Anayasa’nın 138. maddesi, yargıçların görevlerinde bağımsız olduklarını ve hiçbir organ ya da kişinin yargıçlara talimat veremeyeceğini, telkinde bulunamayacağını, yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uymak zorunda olduğunu, hiçbir organ ve idarenin mahkeme kararlarını değiştiremeyeceğini, yerine getirmekten kaçınamayacağını söylüyor. Anayasa’nın 159. maddesine göre Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK), mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre kurulur ve görev yapar. Ayrıca yargıç ve savcıların mesleğe kabullerine, atanmalarına, soruşturulmasına, cezalandırılmasına, ödüllendirilmesine, terfilerine karar verir. Mahkemelerin bağımsızlığı esaslarına göre görev yapacak olan HSK üyelerinin tamamı ise beşini doğrudan yedisini dolaylı olarak bizzat yürütme organının başı olan sorumsuz Cumhurbaşkanı seçiyor. Yani Anayasa yargı bağımsızlığının korunması bakımından çelişkili hükümler içeriyor. Bu çelişkiler yasal yollarla giderilemeyeceğine göre uygulamaya iş düşmektedir. Bu aşamada söylemek gerekir ki yargının sivil örgütlerinin güçlü olması gerekir. Yargıç ve savcıların bağımsız, özgür iradeleriyle yine bağımsız ve özgür örgütlenmelerini gerçekleştirmeleri bir zorunluluktur. Hükümet destekli bir örgütün yargı örgütü olamayacağı aşikârdır ve nitekim uluslararası yargı örgütleri 2014 yılında yürütme organının himayesinde kurulan Yargıda Birlik Derneği’ni yargı örgütü saymamış ve üyelik taleplerini bu sebeple geri çevirmişti. Halen mesleğe kabulleri yeni yapılan yargıç ve savcıların bu derneğe üye olmaya zorlandıkları, çoğunun da baskıya direnemeyerek üye olduğu bilinmektedir. Ne üzücüdür ki Türkiye’nin en çok üyeli yargı örgütü hükümetin denetim ve gözetimi altındadır. 2014 HSYK seçimleri sırasında kurulan bu dernek eliyle yargının hükümet-cemaat ortaklığından alınıp doğrudan hükümete teslim edilmesi sonucunun doğduğu bir vaka olduğu gibi kullanmaya elverişlilik derecesine göre bu derneğin kendilerine sosyal demokrat, Alevi, ülkücü sıfatlarını yakıştıran üyelerinin hükümet etkisindeki HSK tarafından tasfiye edildiği de bir vakadır. Halen kullanılmaya elverişli üyeler ise adli yıl açılış töreni için Saray’a, Başkan’ı ayakta ve alkışlarla karşılamaya gidenler arasında yerlerini ve makamlarını korumaktadırlar. Mevcut yargı yapısı içinde, yargının iktidara teslimi sonucunu doğuran bu oluşuma dahil olanların, bu işbirliğinden nemalanan yargıç ve savcılardan özür dilemelerini beklemek bizim için mülteci bir istek olarak kalacaktır.

Yargı bağımsızlığının korunması bakımından en az yargıçların gitmesi kadar vahim olan ise yargının asli ve kurucu unsuru avukatların esas itibariyle sivil bir örgütü olan Türkiye Barolar Birliği’nin Saray’daki törene katılma konusunda oybirliğiyle karar almasıdır. 2019 yılı yargı strateji belgesinden ve buna göre yapılacağı söylenen yargı reformundan medet umma gafletine düşmesidir. Oysa anılan belge ve paketlerde değiştirileceği dile getirilen “kötü” düzenlemelerin bu iktidar tarafından son 2-3 yılda yapıldığı kolaylıkla anlaşılacaktır. Diğer yandan aktif ve dinamik bir güç olarak hak ve özgürlüklere, halkın adalet isteğine en çok sahip çıkması gereken TBB ve Başkanının, iktidarın vaat edilenlere uygun davranmadığını, avukatların, akademisyenlerin, barış isteyenlerin, siyasetçilerin tutukluluklarının devam ettiğini, tahliye umutlarının olmadığını, iktidar muhalifi eleştirilerin terör suçu kapsamında değerlendirildiğini, seçimle gelen belediye başkanlarının görevden alınıp yerlerine kayyım atanması için seçimden bir gün sonra harekete geçildiğini görmediklerini söylemek aldıkları eğitime ve taşıdıkları titre haksızlık olur.

Diğer bir konu ise olayların gerçekleştiği zaman ve mekândan ayrı olarak düşünülemeyeceği meselesidir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen tek adam rejiminin yerleştirilmesi ve baskının artırılması amacı güdülen bir zamanda, iktidar sahibinin egemen olduğu bir mekânda yargı bağımsızlığının sağlanması konusunda bir karar çıkması eşyanın tabiatına aykırıdır. Ya da iktidarın söylemiyle fıtratında yoktur. Böyle bir mekânın yargı bağımsızlığının sağlanmasına, evrensel hukuka uygun kazanımlar elde edilmesine ve yargının olmazsa olması, en özgür ve bağımsız unsuru savunmanın gücünün artırılmasına yönelik diyalogların kurulmasına izin vermeyeceği artık herkesçe bilinmelidir.