Yargının ve güvenlik bürokrasisinin araç olarak kullanılıp rüşvet ve başka menfaatler elde etme anlamında “Borsa” tanımlaması ilk kez dilimize, “FETÖ Borsası” adlandırması ile yerleşti. Buna göre haklarında soruşturma açılan kişilerin soruşturma ve dava bilgilerine ulaşan “aracılar” -ki bazen hâkim savcı, avukat, polis, siyasetçi olabiliyor- kişileri kurtaracaklarını söyleyerek menfaat temin ediyorlar. Menfaat doğrudan rüşvet olabildiği gibi, şirketlere malvarlıklarına “çökme” şeklinde de olabiliyor.

Kişilerin “kurtarılacağı” iddia edilen soruşturma ya da dava gerçekte var olabildiği gibi, menfaat sağlanmazsa soruşturma açılacağı korkutması da kullanılabiliyor. Hatta kullandıkları medya organlarında uydurma haberler çıkararak mağdurlar üzerinde korku/baskı yaratarak insanların malına mülküne çökebiliyorlar. Sanayi ve ticaret odası üyelerinin kişisel verilerine ulaşılarak UYAP’tan tarama yaparak hakkında soruşturma açılanlara ulaşılıp, baskı yapılması bile söz konusu. Bazı avukatlık bürolarının sistemli olarak bu işi yaptıkları görülüyor.

***

Bu nedenle ortaya çıkan anlaşmazlıklarda cinayet bile işlendi. Örneği “İzmir FETÖ Borsası” davası... Hatta içinde Vali’nin ve Cumhurbaşkanı’nın avukatının bulunduğu konvoyun yolunun silahlı kişilerle kesilmesi olayının da FETÖ Borsası bağlantılı olduğu iddia edildi. Bu iddialardan bazıları soruşturma ve dava konusu oldu ise de bunların buzdağının görünen kısmı olduğunu az çok kestirebiliyoruz.

Sedat Peker’in paylaşımları ile geniş kesimlerin dikkatini çeken bir başka “Borsa” daha “vahşi” bir şekilde sürüyor oysa. Özellikle tüm yetki ve onayların Cumhurbaşkanı’nda toplanması ve “yargının iktidarca fethedilmesi” ile birlikte serpilip gelişen bir “Borsa” bu: Kamuda haklı bir işiniz talebiniz varsa bile gerekçesiz olarak ya da sudan bahanelerle zorluk çıkarılıyor. Sonra devreye “Reis’e, Saray’a yakın” danışmanlar, avukatlar, milletvekilleri, şoförler, aracılar, iş bitiriciler giriyor. O kadar ki kime gidileceğini bazen doğrudan engel çıkaranlar işaret ediyor. Karşılığında doğrudan para ya da hisse ve karşılıksız ortaklık gibi menfaatler elde ediliyor. Kuşkusuz “adamını bulmadan iş yapılmaz ve parayla her iş çözülür” algısı nedeniyle zaten çözülecek işler için de bu yolu kullananlar oluyor. O kadar ki kesinleşmiş mahkeme kararına dayanan alacakların ödenmesi bile “komisyon” ödenmeden olmuyor. Eğer istenilen yapılmazsa işin batırılmasından haksız soruşturmalara kadar yolu var.

***

Bu kirlilik maalesef bunlarla mücadele etmesi gereken yargıya da sıçramış durumda. Bir dönem nasıl ki adliyede işi olanlar Fetullahçılara yakın avukat arayışında idilerse -özellikle büyük meblağlı davalarda- epeydir “Saray’a yakın avukat” arayışı var. Hatta bu avukat ve avukat gruplarının davaya uygun hâkim savcı atatabilecek, HSK seçimlerinde etkin olabilecek “yetenekte” oldukları söyleniyor.

Sadece söylenti mi bunlar? Korkarım değil… Anlaşılıyor ki ortalığa dökülenler aynen FETÖ Borsası’nda olduğu gibi “Saray Borsası” açısından da buzdağının görünen kısmı. Zaman zaman bu iki Borsa’nın aktörleri çatışıyor, uzlaşıyor. Maraza çıktığı için yargıya yansıyabilen dosyalardan açıkça anlıyoruz bunu. En bilinen örneği Burhan Kuzu davası. Kaynağı belli olmayan paralarla sürdürülen -üstelik arsızca sergilenen- lüks yaşantılardan, yurtdışı yatırımlardan, alınan ihalelerden, evlerden, arabalardan anlıyoruz. Bunlar olurken de mücadele ettiklerini iddia ettikleri kriminal yapıları koruyup kollayabiliyorlar. Paran varsa ve uygun yerle paylaşmışsan uluslararası bir kara para aklayıcısı olmanın, uyuşturucu ticareti yapmış olmanın, “FETÖ’nün” göbeğinde olmanın hiçbir önemi yok. Sonrasında ödüllendirilebilirsiniz bile! Ama çökülecek malınız, paylaşacak paranız yoksa haklı olsanız bile gelsin Silivri! İsterseniz buna da ”yargının sınıfsal pratiği” diyelim!

***

Sadece kriminal olaylarda değil, iş insanı iseniz ihtiyacınız olan ve hak ettiğiniz krediyi “uygun müdahale” olmadan almanız mümkün değil. Sadece teşvikler ve Kredi Garanti Fonu’ndan dağıtılan kredilerin kimlere nasıl, ne koşullarda verildiği ve yerinde kullanılıp kullanılmadığı araştırılsa çok skandallar çıkar ortaya.

Oysa devletin tam da bu suiistimaller olmasın diye örgütlediği devasa bir bürokrasi var. Başta yargı olmak üzere, güvenlik bürokrasisi, DDK, teftiş kurulları, MASAK, etik kurullar, vs... Hatta mensuplarının haklarını savunmak için de var olan meslek kuruluşları. Ama yine maalesef bu kirlilikle etkin bir mücadeleye yaklaşamıyoruz bile.

Tam da farkındalığın arttığı bu günlerde sonuç alınıp alınmadığına bakmaksızın bilgisi olan herkesin her kurumun konuşması zamanıdır. Bu hem harekete geçmesi gereken kurumları zorlayacaktır hem de ahlaki zemini güçlü tutacaktır.

Unutulmamalı ki değişim ve dönüşümler birikerek oluşur.