Saray rejimi, hukuku, savunmayı 27 saat boyunca Başkent’e sokmadı. Rejim, hukuku, adaleti mahkeme salonlarına da sokmuyor çok uzun süredir. Kâğıt üzerinde güya hukuk devleti, rejim gerçekliğinde ise polis devleti ile karşı karşıyayız. Saray halkın nefesini kesiyor.

Bugün ‘MİT mensubunun cenazesini haberleştirildikleri’ için yargılanan 6’sı tutuklu 7 gazetecinin ilk duruşması var. Bu mahkemenin gerçekleşmesi hukuksuzluğun ispatı… İsimleri haber yapmakla, halka doğruları anlatmakla anılan gazetecileri çıkaracaklar o mahkemeye; Murat Ağırel, Hülya Kılınç, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Aydın Keser ve Ferhat Çelik...

Bir yandan hakikat yargılanıyor, öte yandan görevi hakikati savunmak olanlar ablukaya alınıyor. Post-gerçeklik siyasetinin kurduğu dünyada hakikat abluka altında, yargılanıyor.

Yarın hangi görüşün, bu görüşü savunan kimlerin, hangi hakikatin Saray’ın talimatıyla yargılanacağını kimse bilmiyor. Ama kesin olarak bilinen bir gerçeklik var; o da Saray’ın kendisine muhalif olduğunu düşündüğü, düşmanlaştırma kararı verdiklerinin Saray hukukuyla yargılanacağı! Ama kimlerin ötekileştirileceği, kimlerle ittifak yapılacağı ve kimlerin düşman ilan edileceği belirsiz… Zira dün paralel devlet kurmakta ortaklaşılanlar, aynı yollarda yürünenler, ortak masalarda müzakere edilenler bugün düşman; dün birbiri hakkında her tür itirazı en yüksek sesle dillendirenler ittifakın en güçlü pozisyonlarında… Hangisi Saray’ın bekası açısından işine geliyorsa karar öyle verilecek.

Saray halkı nefessiz bırakmaya devam edecek.

Gasp edilen en temel hakkımız olan fikir özgürlüğü. Farklı düşünebilme, aynı düşünebilme, eleştirebilme, ortaklaşabilme… Fark etmiyor, düşünebilme hakkımız gasp ediliyor. Abluka altında olan işte bu… Düşünce, hakikat, savunma Saray’ın ablukası altında.

Hakikatin yargılandığı, hakikati savunanların en temel anayasal haklarının fütursuzca çiğnendiği yerde hukuktan bahsetmek abesle iştigal olur. Hukukun olmadığı yerde sorun sadece bugün mahkeme salonlarında haksızca suçlananların, savunmanın temsilcilerinin, baro aşkanlarının sorunu değil. Sorun hepimizin sorunu. Sorun tüm halkın sorunu. Ve ancak hepimiz tarafımızı seçtiğimizde, hepimiz en azından çözüme olan ihtiyacı tespitte ve çözüm talebinde ortaklaştığımızda değişecek her şey.

Saray’dan yana taraf olanların pervasızlığı, hırçınlığı günden güne artıyor, artacaktır da. Dün hakikatin savunucusu baro başkanlarının ve dolayısı ile halkın anayasal hakları çiğnenirken bir inşaat şantiyesinden yükselen ses ve ortaya çıkan fotoğraf zamanın ruhunu ve bu açık taraflığı çok net ortaya koydu. Hakların Saray rejimince nasıl gasp edildiğinin ve hak savunucularının yerinde tepkisinin emekçiler tarafından duyulmasının ortaya çıkartacağı değişim talebine betonla set çekme refleksiydi bir yanıyla ortaya çıkan. İnşaat işçilerinin dikkatinin dağılmasına dair duyulan endişe, esasında halkın hak taleplerinde ortaklaşmasından duyulan endişeydi.

Ülkede her şey betonların altına gömüldü bu rantçı talancı zihniyetle. Doğa beton altında, tarih sular altında, kültürel zenginliklere baraj çekildi, kardeşliklerin arasına duvarlar örüldü, başka bir gelecek hayali kuran gençler karanlık sokaklarda veya ekmek alırken öldürüldü. İşte o rantçı düzen kendi karları uğruna betona gömülen geleceğimizin karanlığına alkış tuttu, tutmaya da devam ediyor.

O asfalt yolları Türkiye’nin dört köşesinden adım adım arşınlayarak yürüyen barolar ve temsil ettikleri avukatlar ve hakikat, dökülen betonun arasından ısrarla çıkan yeşil filizler! O filizler yarının aydınlığı olmaya devam ediyor uzun süredir.

Bizlere düşen hakikati ısrarla anlatmak. Bizlere düşen üzerimize dökülen betonun ağırlığından silkinip çatlakları büyüterek filizlenmek.

Bizlere düşen başka düzenin mümkün olabileceğini, iktidar değiştiğinde her şeyin çok daha güzel olacağını yakaladığımız iktidar alanlarında uygulamayla göstermek. Bizlere düşen hak savunusunun ısrarında buluşmak. İşte büyütmemiz gereken umut budur.