Google Play Store
App Store

Sadece 2019 yılında tarım dış ticaretinde yaklaşık 4 milyar dolar açık verildi. Yem, gübre, ilaç, tohum ve makine konusundaki dışa bağımlılık, döviz kurunda meydana gelen artışlar nedeniyle çiftçinin üretim maliyetini önemli ölçüde artırmıştır. Buna karşın Saray Hükümetinin çiftçiyi bu yükten korumak için attığı somut adım yoktur.

Saray hükümeti ve tarım

Orhan Sarıbal - CHP Milletvekili ve Ziraat Mühendisi

Türkiye ekonomisi uluslararası ticaretle bağlarını artırdıkça tarımsal üretimdeki yerel ve bölgesel üretimin geleneksel yapısı zayıflamış ve tarımda net ithalatçı konumuna düşürülmüştür.

Oysaki tarım sektörü;

♦ İstihdam sağlaması,

♦ Ülke insanın gıda ihtiyacını karşılaması,

♦ Sanayi sektörüne girdi temini ve

♦ Üretim ve ihracatla ülke ekonomisine katkı vermesinden dolayı vazgeçilmez önem taşımaktadır.


Ülkemizde tarım sektörü büyük potansiyele sahip olmasına rağmen, temel gıda maddelerinde, her geçen gün dışa bağımlılık yükselmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren özel önem ve teşvikle ele alınan tarım politikalarıyla dünyada kendi kendine yeten 7 ülkeden biri konumuna gelerek ülke ekonomisi açısından da önemli bir taşıyıcı olan tarım sektörü 16 yıllık AKP iktidarında olduğu gibi 2 yılını tamamlamış olan Saray iktidarının rant politikalarına kurban edilmeye devam ediyor.

Sorumlu tek adam rejimi

Tek adam rejiminde,

♦ Tarım alanlarımız ve doğa, rant uğruna enerji ve inşaat sektörüne kaynak yaratmak adına hoyratça yok edilmekte, zengin topraklarımız yabancı sermayeye satılmaktadır.

♦ 2017 yılı Şubat ayında yani rejim değişikliğinin hemen öncesinde KHK ile Saray rejimine ek kaynak yaratmak amacıyla Milli zenginliğimiz olan Cumhuriyet kurum ve kuruluşları satılmakta, varlık fonuna devredilmeye devam edilmektedir. 2 yıllık Saray iktidarında Türkiye Varlık Fonu’na şimdiye kadar; Ziraat Bankası, Halk Bankası, Vakıfbank, Türk Telekom, Türk Hava Yolları, İzmir Alsancak Limanı, Türkiye Denizcilik İşletmeleri, PTT, BOTAŞ, Türkiye Petroller, ÇAYKUR ve Eti Maden İşletmeleri gibi Türkiye’nin öncelikli 8 sektöründen 22 kurum devredilmiştir.

♦ Ülkemiz tarımsal girdiler ve temel gıda ürünlerinde (buğday, pirinç, mısır ve ayçiçeği başta olmak üzere) dışa bağımlı hale gelmiştir.

♦ Öte yandan, tarımsal üretimde kullanılan gübre, mazot, tohum ve zirai ilaç gibi temel girdilerde büyük ölçüde dışa bağımlılık, çiftçilerimizin üretim gücünü zayıflatmıştır.

Uygulanan tarım politikası ile ülke nüfusu artarken yurt içindeki tarımsal üretim her yıl biraz daha azalmıştır. Bu sorunu, bitkisel ve hayvansal ürünlerin toplam dış ticareti ile ürün bazlı dış ticaret istatistiklerinde görmek mümkündür. Dış ticarette açık verilen kısım, stratejik olarak en önemli kısımdır. Türkiye, yıllardır sürdürülen politikalar ile bitkisel ve hayvansal ürün dış ticaretinde net ithalatçı durumuna düşürülmüştür. Saray Hükümeti de açıklamalarında, bu stratejik alandaki kendi kendine yetme halinden dışa bağımlı hale gelmiş olmamızı saklamak amacıyla sürekli olarak toplam dış ticaret verilerini kullanmaktadır.

Sadece 2019 yılında tarım (bitkisel ve hayvansal ürünler) dış ticaretinde yaklaşık 4 milyar dolar açık verilirken, yem sektörü, 12,5 milyon tona yakın tarımsal hammadde ithal etmiş ve karşılığında 3,3 milyar dolar düzeyinde ithalat faturası ödemiştir. Yem sektörü, 2019 yılında 25 milyon tona yakın yem üretebilmek için 13 milyon ton ithalat yapmıştır. Bu durum, sektörün dışa bağımlılığının %50’nin üzerinde olduğunu göstermektedir.

Tarım sektörünün tehlikeli dışa bağımlılığı, tarımsal üretim için gereken girdilerle ilgilidir. Yem, gübre, ilaç, tohum ve makine (ve parçaları) konusundaki dışa bağımlılık, döviz kurunda meydana gelen artışlar nedeniyle çiftçinin üretim maliyetini önemli ölçüde artırmıştır. Buna karşın Saray Hükümetinin çiftçiyi bu yükten korumak için attığı somut hiçbir adım yoktur.

Maliyet artışının yanında, koronavirüs salgını etkisi nedeniyle, bu girdilerin ithalatında yaşanabilecek herhangi bir aksaklık, tarımsal üretimi de sıkıntıya sokacaktır. Tarımsal ürün ihraç eden sanayicilerin son dönemde artan bir oranda, ülkemizden de kolaylıkla karşılanabilecek birçok ürünün ithalatına yöneldikleri ve Saray Hükümetinin da bunu destekleyen politikalar izlediği görülmektedir.


Oysa Tarım gibi Stratejik bir sektörde yapılacak en büyük hata dışa bağımlılıktır. Özellikle makroekonomik ortamın kırılgan olduğu ülkelerde ürünler ve girdilerde dışa bağımlılık, hem tarım sektörü ve çiftçileri hem de gıda güvenliği riski nedeniyle tüm ülkeyi ateşe atmakla eşdeğerdir. İktidar, yandaş sermayeyi mutlu etme hedefi çerçevesinde, tarım sektöründeki yandaş ithalatçıları, tüccarları, aracıları ve tarıma girdi sağlayan kesimleri kayırarak bunu bir sermaye birikim modeli olarak benimsedi.

Kendi kendine yeten bir tarım ülkesi ne demektir?

Artık kendi kendine yetebilecek bir tarım ülkesi olmadığımız aşikârdır. Bunun nelere mal olduğu ve önümüzdeki süreçte artarak karşımıza gelecek olan tahribatı ise yeterli önemle ele alınmamakta hatta “uçuşa geçen Türkiye ekonomisi” masalını güçlendirecek bir algıya malzeme olarak kullanılmaktadır. “Paramız var ki ithal ediyoruz” gibi sorumsuz ve ne bilimsel ne de fayda gerçekliği olmayan böbürlenme siyaseti; üretim döngüsü kırılmış, geri dönüşü olmayan tüketim ekonomisinin korkunç yüzünü gizlemektedir. Örneğin pandemi sürecinde sınırların ticarete kapanmasıyla kıtlık ile sınanma tehdidi ya da üretimiyle ülke ekonomisine yüksek katkısı olan şeker fabrikalarının satışıyla milli gelirdeki kayıp gibi çarpıcı sonuçları görünmez kılmaktadır.

Tek Adam Keyfi Yönetimi dönemine hazırlık olarak seçime çok kısa bir süre kala yangından mal kaçırırcasına Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ'ye (Türkşeker) ait 25 şeker fabrikasından 13'ü olan Afyon, Alpullu, Bor, Burdur, Çorum, Elbistan, Erzincan, Erzurum, Ilgın, Kırşehir, Muş, Turhal ve Yozgat şeker fabrikaları özelleştirilmişti. Takip eden süreçte şeker üretiminde görünen ciddi düşüşlerle birlikte, Türkiye’nin dünya şeker üretimindeki yeri de sarsıldı. 2018’e kadar Türkşeker ile dünya şeker üretiminin zirvesinde yer alan Türkiye, dünyanın ilk 20 şeker şirketi sıralamasında artık yok. Bu durum Türkiye’nin şeker üretiminde alt lige düştüğünü acı bir şekilde göstermektedir.

İthal bağımlılığı artıyor

Bazı tarım ürünlerini incelediğimizde kendi kendine yetemeyen ülke gerçeğimizi daha iyi görebiliriz. Gıda sanayii içinde hem miktar hem de değer açısından en büyük pay, buğday ve buğdaydan üretilen işlenmiş ürünlere aittir. Her yıl buğday ithalatımız biraz daha artarken 2019 yılında da toplam buğday üretimimiz 19 milyon ton olarak gerçekleşirken, 9,8 milyon ton buğday ithalatına 2,3 milyar dolar ödeme yapıldı. Bu ithalat Cumhuriyet Döneminin ithalat rekorudur. Dünya buğday ithalatında birinciyiz.

2019’da Cumhuriyet Dönemi’nin ithalat rekorlarına kısaca bir göz atalım:

♦ 14 milyon ton hububat ithalatına 3,2 milyar dolar ödeme yapıldı.

♦ 3,6 milyon ton mısır ithalatına 703 milyon dolar ödeme yapıldı.

♦ 1 milyon 48 bin ton yağlık ayçiçeği tohum ithalatına 418 milyon dolar ödeme yapılırken aynı zamanda Dünya ayçiçeği ithalatında da birinci olduk.

♦ 81 bin ton patates ithalatına 44 milyon doları yabancı ülke çiftçilerine ödedik.

♦ 116 bin ton kuru soğan ithalatına 34 milyon dolar cebimizden yabancı ülkelere gitti.

♦ 28 bin ton zeytinyağı ithalatına 47 milyon dolar ödeme yapıldı. İthal edilen zeytinyağının %98,5’i Suriye’den yapıldı.

♦ 172 bin ton susam ithalatına 267 milyon dolar ödeme yapıldı.

Cumhuriyet Döneminde kırdığımız ithalat rekorları sadece bunlarla sınırlı değil. Aynı yıl, 510 bin ton arpa ithalatına 109 milyon dolar ödeme yaparken; 154 bin ton pirinç ithalatına 102 milyon dolarlık ödeme yapıldı. Pirinç ağırlıklı olarak Çin, İtalya ve Yunanistan’dan alındı. 2019 yılında 951 bin ton pamuk ithalatına 1,6 milyar doları yine yabancı ülke çiftçilerine ödemiş olduk. Şeker fabrikalarını özelleştirmenin ardından ise Brezilya, Cezayir ve Fas’tan 65 milyon dolarlık 169 bin ton şeker ithal ettik.

2019 yılında Uruguay, Brezilya ve Çekya’dan 689 bin büyükbaş hayvan ithal ederken, 82 bin baş koyun ithalatına 14 milyon dolar ödeme yaptık.
Aynı yıl, 75 bin ton tohum ithalatına 155 milyon dolar, 52 bin ton zirai ilaç ithalatına 397 milyon dolar, 4.9 milyon ton gübre ithalatına 1.3 milyar doları kasamızdan harcadık.

Tarım ve hayvancılığın tamamen dışa bağımlı hale geldiği Tek Adam Keyfi Hükümeti döneminde, çiftçilerin bankalara olan borcu 108 milyar TL’ye çıkarken Çiftçi başına bankalara olan borç ise 2019 yılında 52.000 TL’ye yükseldi. 2019 yılında çiftçi sayısı 2 milyon 83 bin 22 kişiye düşerken, tarım sektöründeki toplam çalışan sayısı 5 milyon 97 bin kişiye inmiş oldu.

Bu ithalat ve destekleme rakamları da açıkça göstermektedir ki, Saray Hükümeti işbaşına geldiğinden bu yana Türkiye’de tarımı küçültmek, çiftçiyi ithalatla terbiye etmek ve yerli üretim yerine dışalıma yönelmek için her türlü gayreti göstermiştir. Bir başka deyişle, Saray Hükümeti, yerli üreticiyi değil başka ülkelerin çiftçilerini desteklemiştir.

Saray Hükümeti’nin pandemi başlamadan önceki ayları kapsayan ve ülkemizde kolayca üretilebilecek bazı tarımsal ürünlerin 2020’nin ilk 8 ayındaki ithalat oranları inanılmaz boyutlara ulaştı. 2020 ilk 8 ayında yapılan ithalat bir önceki yılın aynı dönemine göre; Kolza %8 bin 69, taze sarımsak %7 bin 209, kuru sarımsak %452, arpa %299, bezelye %146, çeltik %111, mercimek %89, bakla %80, nohut %73, şeker %58, muz %48, yer fıstığı %42, soya fasulyesi %22, susam %19, badem %19, çay %16, pamuk %10 arttı. 2020 yılının ilk 8 ayında ortaya çıkan dış ticaret açığı 3 milyar $’ı aşmıştır.

Öte yandan AKP Genel Başkanının pandemiyle mücadelede ilave bir destek gibi lanse ederek açıkladığı fiyatlar, ithal fiyatlarının altında kalmıştır. Saray Hükümeti, yurtdışındaki çiftçilere, Türkiye’deki üreticilerden daha fazla destek vermeye devam etmektedir.

Türkiye tarımı, uluslararası ticaretin yapısından etkilenmiş ve sürecin devamında tarım ülke içinde ithalattan bağımsız yapılamaz hale getirilmiştir. İktidarda olan hükümet neo-liberal politikaların hayata geçirilmesinde önemli rol oynamış, tarım ve gıda sektörünün daha fazla şirketleştirilmesi amacı ile yeni projeler üretmiştir.

Yerli ve milli masalı

2018 yılında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçilmesi ile Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı birleştirilmiştir.

Sektörün paydaşları ile istişarede bulunmadan, hatta paydaşlardan özenle gizlenerek hazırlanan Tarımda Milli Birlik Projesi ile tarım sektörünün kamusal örgütlenmesini genelleştirerek küçülten, taşra örgütlenmesini ortadan kaldırıp merkezde işlevsiz hale getirerek etkisizleştiren, kurumsal uzmanlaşmaya, konu bazlı çalışmaya imkân vermeyen bir yapı ile ülkemizin ve halkımızın yararına olmayan bir uygulamaya gittikleri anlaşılmaktadır.

Tarımda Milli Birlik Projesi, daha önce örneklerini gördüğümüz birçok çalışmada olduğu gibi, konuyla ilgili tarafların ve bilimsel çevrelerin görüşleri alınmadan, kamuoyunda tartışılmadan “yaptık, oldu” mantığıyla hazırlanmıştır. Tarımsal üretime ve kırsal alana ilişkin sorunların çözümü yerine, kamunun tarım alanındaki düzenleyici, destekleyici ve denetleyici işlevleri kaldırılmaktadır.

“Milli ve Yerli” başlığı altında popülist ve iç politikaya yönelik söylemlerde bulunarak kendi seçmen kitlesini konsolide etmeye çalışan bu hükümet başkanı ve damadı olan bakanın tarım ve hayvancılığı yerli ve milli bir hale getirmekten anladıkları yok ettikleri yerli tohumların yabancı sermayenin zincir mağazalarında satışı gibi oksimoron bir sosyal sorumluluk projesiyle halkı aldatmaktan başka bir şey değil. Bugün 1 milyon 200 bin ton tohum üretiyoruz diyen hükümet şunu görmek zorunda; bu tohum, Türkiye Cumhuriyeti’nin yerli tohumu değil, yüzde 80’lere varan miktarı yabacı şirketlerin. Bayer, Monsanto, Syngenta, Limagrain gibi devasa şirketlerin, ABD, Almanya, Fransa gibi ülkelerin. Yani o 1 milyon 200 bin ton tohum bizim değil ve o tohumun her sene fiyatı artıyor.

Ülkeyi gıda güvenliği konusunda dışa bağımlılıktan kurtarmadan ülkede gerçekleştirmesi vaad edilen her yerli ve milli proje inandırıcılıktan yoksun, bilimsel altyapıdan uzaktır. Tek adam rejimi “yaptım, oldu” anlayışından vazgeçmediği sürece bir tarım ve hayvancılık ülkesi olarak anılan Türkiye, artık yitirdiği bu özelliğini açık ve net bir biçimde yeniden kazanamaz duruma gelecektir.

***

Tek adam rejimi tarıma ne yaptı?

AKP’nin tek adam rejimi ve neo-liberal ekonomi politikalarıyla tarımın şirketleşme ve finansallaşması tarımda uluslararası şirketlerin hâkimiyetini arttırdı. Saray Hükümeti, şirketlerin hâkim olduğu tarım-gıda sistemi anlayışıyla;

♦ Tarımsal kamu kuruluşlarını özelleştiren ya da işlevsizleştiren,

♦ Tarımsal desteklerini çiftçiden değil şirketten yana kullanan,

♦ Sadece endüstriyel üretim için gerekli olan mevsimlik işçiliği güçlendiren,

♦ Tarımsal üretim için gerekli olan hammaddelerin yüksek ücretlerinden dolayı tarımı sermaye yoğun bir üretim şekline dönüştüren,

♦ Sözleşmeli tarımla çiftçiyi işçileştirip gıda sanayisine mahkûm bırakan,

Kent ve kırı birbirinden uzaklaştırarak tarımsal üretime yabancılaştıran ve

♦ Gıdada market dağıtım kanallarını güçlendiren gıda rejimini kurmuştur.

Böyle bir rejimin kurulmasını sağlayan Saray Hükümetinin, “kendi kendine yeterlilik”, “bağımsızlık”, “yerel ve demokratik üretim sistemi” “çiftçinin üretim için desteklenmesi” gibi söylemleri samimiyetten yoksundur.