Biz Anayasa Mahkemesi fikrini savunuyoruz, bu Anayasa Mahkemesi’ni savunmuyoruz. AYM Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın belirlediği bir mahkemeye dönüşmüştür. Tabii ki böyle bir Anayasa Mahkemesi’nin yasama organını denetleyebilmesi mümkün değildir. Türkiye’de 12 Eylül 2010 Referandumu’ndan beri Yargıtay da Danıştay da yargı yeri olmaktan çıkmıştır. Anayasa Mahkemesi’nin kararını tanımıyorum diyenlerden Yargıtay’a seçilenler oldu.

Saray’ın Anayasa Mahkemesi

TURGUT KAZAN

Anayasa Mahkemesi (AYM) bir süredir iktidar tarafından tartışılıyordu. Öncelikle Süleyman Soylu, daha sonra Devlet Bahçeli tarafından başlatıldı bu tartışma. Ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da Bahçeli ve Soylu’yu destekleyen açıklamalar yaptı. Niye peki Anayasa Mahkemesi’ni karşılarına almaya başladılar? Doğrusu bunun için doyurucu bir tahminde bulunmak mümkün değil. Ama çok önemli bir olay ve sorun yaşıyoruz. O nedenle üzerinde tartışmamız gerekir. Anayasa Mahkemesi zaten doğrudan adeta Cumhurbaşkanı’nın belirlediği bir yapıya dönüşmüştü. Zaten biz Anayasa Mahkemesi fikrini savunuyoruz, bu Anayasa Mahkemesi’ni savunmuyoruz. Anayasa Mahkemesi 2010 Referandumu’ndan sonraki yapıyla ve özellikle sonrasındaki atamaların ardından Cumhurbaşkanlığı sistemiyle birlikte adeta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın belirlediği bir mahkemeye dönüşmüştür. 12 üyesini Cumhurbaşkanı belirliyor, üç üyesini de AKP çoğunluğu belirliyor. Tabii ki böyle bir Anayasa Mahkemesi’nin yasama organını denetleyebilmesi mümkün değildir. O yüzden güçlendirilmiş parlamenter sistem denilen ve içinde Anayasa Mahkemesi’nin, Hâkimler Savcılar Kurulu’nun ve RTÜK’ün tarafsız, bağımsız, objektif kararlar verebilecek kalitede büyük bir mutabakata dayalı bir yolla oluşturulması gerektiğini düşünüyoruz. Bunun mücadelesini vermemiz gerektiğini hep söylüyoruz.

Anayasa Mahkemesi üyelerinin olağanüstü bir koruma sistemi olması gerekir. Önüne ilk gelen iş OHAL kararnamelerine bakmaktı. Anayasa’ya göre OHAL kararnamelerinin iptali için Anayasa Mahkemesi’nin yetkisi yoktur. Bu doğru. OHAL kararnamelerini iptal edemez. Ancak OHAL kararnamesi diye düzenlenen metinler eğer Anayasa’daki OHAL koşullarına uygun, OHAL dönemi için yapılmış düzenlemeler ise iptaline bakamaz. Saray öyle Anayasa Mahkemesi üyeleri belirledi ki, Anayasa Mahkemesi’ne AKP milletvekilliği yapmış, militan, attığı tweet’lerle bütün muhaliflere meydan okuyan bir insanı seçti. Bu olabilecek bir şey değil, tarihimizde böyle bir şey olmamıştır. Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nı Ahmet Necdet Sezer Anayasa Mahkemesi’ne seçtiğinde CHP’ye üyeydi diye istifa gelmişti. Şimdi ise attığı tweet’ler ortada olan bir adam üye yapıldı. Böyle bir Anayasa Mahkemesi yaratıldı.

Anayasa Mahkemesi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) gidecek yolu kesmek için, uzatmak için düşünülmüştü. Eğer biz arada sırada iptal kararı vermezsek AİHM Azerbaycan olayında olduğu gibi Türk Anayasa Mahkemesi’ni yargı yeri saymayabilir. Böyle olunca da Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına doğrudan AİHM’ye başvurma yolu açılır. Anayasa Mahkemesi üyesinin de prestiji kalmaz bu durumda. Anayasa Mahkemesi’nin prestijinin sürdürülebilmesi için arada sırada iktidarın istemediği kararlar verilebiliyor. İhlal kararlarının çoğunda ihlali ortadan kaldırma yolu da yoktur. Örneğin erişimin engellenmesine ilişkin üç yıl sonra bir karar veriliyor. İhlal de ortadan kalkmıyor böyle olunca. Sonuçta böyle bir Anayasa Mahkemesi’ne bile niçin dayanamıyorlar? Büyük olasılıkla daha kötü şeyler planlıyorlar. Özellikle seçim sürecine giderken planladıkları şeylerin; baskının, zulmün Anayasa Mahkemesi’nden benzer olaylarda yaşadığımız gibi dönebileceği olasılığı da ortaya çıktığı için başka bir şey planlıyorlar. Örneğin bu ‘ışık’ tweetini atan üye, Abdullah Gül’ün atadığı bir üye. Öyle bir baskı kurdular ki, belki istifa ettiririz diye düşünüyorlar. Ben bir hukukçu olarak, bir Anayasa Mahkemesi üyesinin böyle bir tweet atmasını şık bulmam. Ben Anayasa Mahkemesi üyesi olsam öyle bir şey asla yapılmaması gerektiğini düşünürüm. Çünkü Anayasa Mahkemesi üyesi karara katılır, kararı tartışır. O karar imzalanır, Resmi Gazete’ye yollanır. Anayasa Mahkemesi üyesi olarak yapacağımız iş odur. Ama öyle bir saldırdılar, öyle bir ortam yarattılar ki, bir mahkemenin apaçık Anayasa ihlalini bir üyenin ışık lafıyla Anayasa Mahkemesi aleyhine gerginlik yaratarak köşeye sıkıştırmak için malzeme olarak kullanmaya çalıştılar. Yerine daha iyi bir taraftar atarız diye hesapladıklarını sanıyorum. İnsan hakları, özgürlükler, ifade özgürlükleri konusunda seçim sürecinde çok kötü şeyler yapmayı planladıkları anlaşılıyor. O nedenle Anayasa Mahkemesi üyesini istifaya zorluyorlar. Devlet Bahçeli’nin önerisindeki gibi kökten değiştirebilme imkânları yok. Ama sıkıştırmak, dehşet yaratmak, korku yaratmak ve esir almak için yaptıklarını sanıyorum. Buna karşı uyanık olmak gerektiğini ve olaya böyle bakmak gerektiğini düşünüyorum.

İnsanlığın yüzyıllar boyu süren mücadelelerinde temel, içgüdüsel talep korkusuz yaşama hakkını sağlamaktır. Yani güvenceli yaşama hakkı. 1200’lü yıllardan beri korkusuz yaşama hakkının güvencesi olarak da temel ilkeler benimsenmiştir. Bağımsız yargı, kuvvetler ayrılığı gibi… Türkiye’de 12 Eylül 2010 Referandumu’ndan beri Yargıtay da Danıştay da yargı yeri olmaktan çıktı. Anayasa Mahkemesi’nin kararını tanımıyorum diyenlerden Yargıtay’a seçilenler oldu. Hâkimler Savcılar Kurulu, Yargıtay ve Danıştay için bir güvence olmaktan çıkmıştır. Hâkimler Savcılar Kurulu, AKP merkezi gibidir. Çok parlak gençler, avukat olan ve yargıçlık, savcılık yapmak isteyen gençler sınavlara giriyor, çok yüksek puanlar alıyorlar ama mülakata gelince hepsi eleniyor. Çünkü AKP’li olmanız gerekiyor, AKP’li bir desteğin sizi önermesi gerekiyor, AKP’li kartviziti getirmeniz gerekiyor. Böyle bir siyasal iktidara yakın olmayanlar dışında kimsenin güvencesi kalmamıştır. Özgürlüğünüzün güvencesi yoktur, yalnız özgürlüğünüzün değil malınızın, mülkünüzün de güvencesi yoktur. Sıkı bir yargı bağımsızlığı, Hâkimler Savcılar Kurulu’nun gerçekten objektif ve bağımsız karar verecek kaliteli üyelerden oluşması için, Anayasa Mahkemesi’nin yapısının da bu şekil olması için çaba harcamak gerekiyor.

Sadece Anayasa Mahkemesi değil. Örneğin RTÜK’ün üyeleri partililerden seçiliyor. Böyle bir şey olamaz. RTÜK’ün de aynen Anayasa Mahkemesi ve Hâkimler Savcılar Kurulu’nda olduğu gibi o işin ehli, bağımsız, tarafsız hareket edebilecek insanlardan; mutabakat sonucu oluşmasını sağlayacak bir düzenleme yapılması gerekir. Şu anda baro olaylarında yaşadığımız gibi aslında ilçe seçim kurulu da kalmamıştır, il seçim kurulu da kalmamıştır, Yüksek Seçim Kurulu da kalmamıştır. Yani bunlar sehven vardır ama yerel seçimlerde yaşadığınız gibi artık yoktur. Düzgün insanların oluşturduğu kurullar vardı. Bazı imkânları onların objektifliği sağladı. İstanbul’da son yerel seçimlerde öyle kurullar vardı. Baroların seçimi ne zaman yapacağı kanunda yazılmış. Bunu bir ilçe seçim kurulu nasıl değiştirebilir? Bu olayda gördük ki seçim kurulları da yoktur. Ana muhalefet partisi dâhil bütün partiler bu gerçeği görmelidir. O nedenle büyük bir fark yaratarak ancak seçimi kazanmış sayılırsınız. İstanbul’da ilk seçimlerde olduğu gibi küçük farklarla kazanmanız halinde o küçük farkları yüksek seçim kurullarında geçersiz sayacak birçok işleme başvurur ve seçimi kazanmayan tarafa teslim eder. Bunu da bilerek bağımsız yargı mücadelesini, demokrasi mücadelesinin bayrağı haline getirmemiz gerekiyor.