Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Kabul etmek gerekir ki AKP’de “üst akıl” iyi çalışıyor. Saray ve çevresi, 7 Haziran seçimlerinde çoğunluğu kazanan muhalefet öbeğini parçalayıp etkisizleştirmek için başarılı bir strateji izledi. Hükümet, azınlıkta olmasına karşın muhalefetin beceriksizliği yüzünden Meclis Başkanlığı’na kendi adayını seçtirerek psikolojik üstünlüğü ele geçirdi. Sonraki süreçte de Saray’ın stratejik planı tıkır tıkır işledi. “Müstafi” Başbakan Ahmet Davutoğlu başkanlığında AKP ağırlıklı bir hükümetle “yeniden seçim”in yolu açıldı. Tayyip Erdoğan’ın baştan beri istediği buydu. Davutoğlu, geçici Seçim Hükümeti’nde yer alacak üyeleri parti yönetimlerine sorarak belirlemek yerine, demokratik gelenekleri çiğneyerek kendisi seçti. Bunu yaparken de, darbe anayasasının kötü yazılmış, yoruma açık bir maddesine sarıldı.
AKP’deki “üst akıl”, seçim hükümetini oluşturma sırasında da bir taşla birkaç kuş vurmayı başardı. Davutoğlu’nun iyi hesaplanmış taktik hamleleri, muhalefet partilerinin içini karıştırmaya yetti. Son anda “bakanlık zarfı” kullanılarak “içeriden çökertme” yolu denendi. Bu durum MHP’de “deprem”, HDP’de “rahatsızlık” yarattı…
Davutoğlu’nun bu süreci Erdoğan’ın doğrudan yönlendirmesiyle yürüttüğü sır değil. Hatta geçici Bakanlar Kurulu listesini bile RTE’nin istekleri doğrultusunda oluşturduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Beştepe’de konuşlanmış “üst akıl”, muhalefete karşı şimdilik 1-0 önde görünüyor. Uzun sürecek bu “akıl oyunu”nda son gülenin kim olacağını ise 1 Kasım gecesi göreceğiz…

CHP YANLIŞ YAPTI
CHP, geçici Seçim Hükümeti’ne üye vermemekle yanlış yaptı. Çünkü bu hükümet, yeniden seçime gidilirken kurulması zorunlu bir hükümetti. Yani bir “koalisyon hükümeti” değildi. Böyle bir hükümette yer aldı diye, kimse de CHP’yi “AKP ile ortaklık kurdu” diye suçlayamazdı. Bu kritik dönemde CHP’nin geçici hükümette yer alması, en başta seçim güvenliği açısından büyük önem taşıyordu. Keşke tüm muhalefet partileri seçim hükümetine üye vererek Bakanlar Kurulu’nda ağırlıklı bir konum edinebilselerdi. Böylece AKP’nin hukuksuz uygulamalarına ve yakında yeniden sahaya çıkacak olan Cumhurbaşkanı’nın devlet olanaklarını sorumsuzca kullanmasına karşı güçlü bir fren mekanizması oluşturulabilirdi.
Aklın yolu bunu gerektiriyordu ama stratejik düşünme yeteneğini yitirmiş muhalefet partileri bu kadarını bile beceremediler ne yazık ki...

HDP’DE ÇATLAK
Levent Tüzel, Emek Partisi’nin (EMEP) eski Genel Başkanı ve HDP’nin İstanbul Milletvekili’dir. Deneyimli bir hukukçu ve mücadeleci bir sosyalisttir. Kendisi EMEP kökenli olmakla birlikte HDP bileşeni içinde yer almaktadır. Dolayısıyla partinin kararları, hukuken kendisini de bağlar. HDP, akılcı bir tutumla, AKP’nin ve Saray’ın oyununu bozmak ve 1 Kasım’da yenilenecek seçimlerde halk adına denetim görevi yapmak amacıyla geçici hükümete bakan vermeyi kararlaştırdı. Ne var ki son anda devreye EMEP girdi ve “parti ilkeleri”ni ileri sürerek Tüzel’in hükümete girmesini engelledi.
HDP, bileşenleri arasında sosyalistler olsa da sosyalist bir parti değildir. Bu partiyle yıllardır işbirliği yapan EMEP’in, “sosyalist” ilkelerini tam da HDP’nin AKP’yi duvara sıkıştırdığı bir aşamada anımsaması ayrıca düşündürücüdür. EMEP bu ilkelerinde samimi ise, 1 Kasım’da yeniden HDP bloku içinde değil, bağımsız olarak seçime girmeyi denemelidir.

TÜZEL'İN ÇELİŞKİLİ AÇIKLAMALARI
HDP’nin, “Biz Seçim Hükümeti’nde anayasal görev olarak yer alacağız” açıklamasının ardından, Başbakan Davutoğlu’nun Bakanlık önerdiği HDP’li üç milletvekilinden Levent Tüzel, “Partimizin tutumu, bu anayasal düzenlemede hükümeti seçim güvenliği açısından boş bırakmamaktır. Halkın bize verdiği oyların temsiliyeti önemli. Bu açıdan tabii ki kabul edeceğiz. Hangi Bakanlık olduğunu bilmiyoruz ama en iyi şekilde yerine getireceğiz” demişti.
Oysa aynı Levent Tüzel, bir gün sonra basına yaptığı açıklamada, “Geçici de olsa Seçim Hükümeti’nde yer almayı doğru bulmuyoruz. Halka karşı savaş hükümetinde olmam” diyerek Bakanlık önerisini kabul etmediğini söyledi.
Bu çelişkili açıklamalardan, Levent Tüzel’in aslında bakanlığı kabul ettiği, ancak üyesi olduğu EMEP’in karşı çıkması üzerine kararını değiştirdiği anlaşılıyor.
Siyasette içtenlik ve tutarlılık, en başta gözetilmesi gereken ilkelerdir. Bunların olmadığı yerde, keskin solculuğun bir karşılığı yoktur!