Saray’a Merkez Bankası başkanı dayanmıyor. Perşembe günü faizi artıran Merkez Bankası’nın, cumartesi günü başkanı değişti. 20 ayda 3’üncü kez bir Merkez Bankası başkanının görevine son verildi.

Saray üçüncü başkanı da yedi

Ozan Gündoğdu

Merkez Bankası Para Politikası Kurulu’nun (PPK) 18 Mart’ta aldığı 200 baz puanlık faiz artışı kararı Başkan Naci Ağbal’ın koltuğuna mal oldu. 20 Mart gününün ilk saatlerinde yayımlanan bir Cumhurbaşkanı Kararı ile Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal görevden alındı ve yerine eski AKP Milletvekili ve Yeni Şafak yazarı Şahap Kavcıoğlu atandı. Bu atamayla birlikte ülke, sadece 20 ay içinde sırasıyla Murat Çetinkaya, Murat Uysal ve Naci Ağbal olmak üzere 3 Merkez Bankası başkanının görevden alındığına tanık oldu.

Kararın ekonomi gündeminin ötesine geçen boyutu ise siyasetteki sertleşme atakları. Sadece bir hafta içinde yaşanan HDP’ye kapatma davası açılması ve parti üyelerine dönük sabah baskınları, milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliğine son verilmesi ve İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması gibi gündemler Merkez Bankası başkanının görevden alınmasından ayrı değerlendirilmiyor. Zira Naci Ağbal, Biden’ın seçimleri kazandığının anlaşılması üzerine atanmıştı ve para politikasını Batı merkezli finans sermayenin arzularına uyumlu biçimde yönetiyordu. Görevden alınması da Türkiye’ye akması umulan sıcak parayı tümüyle tıkayan bir gelişme oldu. Bu nedenle Ağbal’ın görevine son verilmesi, ekonomi yönetiminde de sert bir kırılmaya işaret ediyor.

Peki bu kırılma kötüye gittiği herkesçe kabul edilen ülke ekonomisinde bir iyileşmeyle sonuçlanabilir mi? Yeni Başkan Şahap Kavcıoğlu’nun Yeni Şafak’taki yazıları kendisinin faizlerin düşürülmesi gerektiği görüşünü benimsediğini gösteriyor. Beklenen o ki, Kavcıoğlu yönetimindeki Merkez Bankası, nisan ayından itibaren faizleri düşürmeye başlayacak. Daha önce Murat Uysal’ın başkanlığı döneminde uygulanan politikaya yeniden girişilecek. Ancak bu sefer Merkez’in rezervlerinde düşük faiz politikasını finanse edebileceği kaynağı bulunmuyor. Hatırlanacağı üzere Uysal döneminde de faizler düşürülmüş, piyasaya para pompalanmış, ortaya çıkan döviz kuru atakları da rezervlerden döviz satarak kontrol edilmeye çalışılmıştı. Bu dönemin maliyetinin 128 milyar dolarlık rezerv kaybı olduğu biliniyor. Enflasyonu ve döviz kurlarını frenlemek için faizden başka bir silahı kalmayan Merkez’in elinde artık bu silahı da kalmadı. Bu nedenle pazartesi piyasaların açılmasıyla birlikte döviz kurları daha fazla konuşulacak.Naci Ağbal’ın görevden alınmasının arkasında en azından iktidar lehine akılcı bir tutum aransa da arı kovanına çomak sokulmuş durumda. Merkez’in başındaki ismin ekonomik gidişata çözüm olacak herhangi bir aracı yok. Dolayısıyla Erdoğan, attığı her adımda daha da kötüye giden ekonomik göstergeleri karşısında bulacak. Naci Ağbal’la aynı dönemde göreve başlayan Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan’ın geleceği ise belirsizliğini koruyor.

***

Merkez Bankası 20 ayda 3 başkan eskitti

Murat Çetinkaya: 19 Nisan 2016-6 Temmuz 2019

Merkez Bankası başkanlığının 5 yıllık görev süresini bitirebilen son isim Erdem Başçı, koltuğunu Nisan 2016’da Murat Çetinkaya’ya bıraktı. Çetinkaya görevi boyunca Ortodoks politikalara sadık kalmaya çalıştı ve enflasyonu dizginlemek için para politikası araçlarını aktif kullanmaya gayret etti. Ancak bu gayreti yer yer Erdoğan’ın engeline takılmasına da neden oldu. 2018’in yaz aylarında Rahip Brunson kriziyle yaşanan kur şokuna faizleri sert şekilde artırarak cevap veren Çetinkaya’nın sonunu da bu politika getirdi. Yerel seçim yenilgisini yüksek faizlerle ilişkilendiren Erdoğan, hezimete dönüşen İstanbul seçiminin hemen ardından 6 Temmuz 2019’da Çetinkaya’yı görevden aldı. İzleyen dönemde faizler indirildi.

Murat Uysal: 6 Temmuz 2019-7 Kasım 2020

Murat Çetinkaya’nın piyasa kurallarına uyumlu olarak faizleri enflasyonun üzerinde tutması tepki çekince yerine Murat Uysal atandı. Göreve geldiğinde yüzde 24 olan politika faizini 10 ay içinde yüzde 8,25’e kadar düşüren Murat Uysal, son yıllarda piyasaya en çok TL pompalayan başkan olarak kaydedildi. Faizlerin düşürülmesiyle artan lira miktarı, dövize olan ilgiyi artırınca, döviz kurlarını kontrol etmek için rezervler satılmaya başlandı. Uysal döneminde Merkez’in net rezervleri ilk kez eksiye düştü, rezervlerdeki azalma 128 milyar doları buldu. Görevinin son günlerinde dövize müdahale edecek imkanı kalmayan Merkez, doların 8,50 TL olmasını çaresizce izledi. Uysal ardında boşalmış rezervleri bırakarak koltuğa veda etti.

Naci Ağbal: 7 Kasım 2020-20 Mart 2021

Uysal’ın yerine, Albayrak’la gerilimli olduğu bilinen ancak ekonomi yönetiminde önemli görevlerde bulunmuş Naci Ağbal atandı. Bunun üzerine Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak literatüre “affını istemek” biçiminde geçen istifasıyla kayıplara karıştı. Ağbal döneminde Uysal dönemi politikaları terk edildi ve tıpkı Çetinkaya dönemindeki gibi Ortodoks politikalara geri dönüldü. Faizler hızla artırılırken döviz kuru ve enflasyon kontrol altına alınmaya çalışıldı. Ancak önceki dönemde boğazına kadar borca batırılan bir kısım sermaye kesimi, faizlerin yükselmesine muhalefet etmeye başladı. Bu muhalefete aynı sermaye gruplarının iktidar medyasındaki temsilcileri de katılınca Ağbal da koltuğundan oldu. Yeni başkan olarak Şahap Kavcıoğlu atandı.

***

Ekonomiyi bekleyenler

1- Faizlerin düşürüleceğine ilişkin beklenti satın alınacak

2- Döviz kurlarında yükselme beklentisi nedeniyle döviz talebi artacak

3- Artan döviz talebi, kurları yukarı çıkaracak, faiz artırımları suya düşecek

4- Döviz kurlarının yükselmesi enflasyonu tırmandıracak. Gözler dövizde olacak

5- Artan maliyetleri kaldıramayan şirketler iflas edecek

***

PROF. DR. HAYRİ KOZANOĞLU: BİLİNMEYEN SULARA YOLCULUK

"Açıkçası Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal’ın artık klasikleşen bir “Cuma kararnamesi” ile görevden alınmasını kimse beklemiyordu. Çünkü MB’nin bağımsız olduğunu, faiz kararlarının zaten Saray’ın onayı dışında verildiğini kimse düşünmüyordu. Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi’nin kapitalizmin veya gelişmiş bir toplumun gereği “iş bölümünü” fazla önemsememesi, “HDP’nin kapatılma davası, Gezi Parkının İBB’den alınması, İstanbul Sözleşmesi’nin iptali, Covid’le ilgili önlemler vb…” yoğun gündem nedeniyle 18 Mart’ta faizlerin 200 baz puan artırılması sürecinde Saray ile Ağbal arasında bir iletişim kopukluğu söz konusu olmuş mudur bilemiyoruz.

Ancak bu gelişmeyi bir stratejik hat değişikliğinin izdüşümü şeklinde yorumlamanın daha isabetli olacağı kanısındayım. Çünkü Ağbal’ın göreve getirilmesi, faizlerin yukarı çekilerek Batı küresel finans sistemine çiçek atılması sürecinde diplomaside de bir söylem değişimi gözlendi. Biden’le geçmişe dayanan yakınlık vurgulanırken, AB üyeliği konusundaki istekliliğin altı çizilerek Avrupa ülkeleri ile bir diyalog arayışı başladı. Doğu Akdeniz’e ilişkin söylem yumuşatıldı. Daha sonra açıklanan İnsan Hakları Eylem Planı ve Ekonomi Reform Paketi bu kapsamda değerlendirilmesi gereken adımlardı. Ne var ki, bu hamleler dış dünyada fazla alıcı bulamadı. Son haftalarda gerek borsadan, gerek devlet tahvillerinden büyük çapta olmasa da “sıcak para” çıkışları gözlendi.
Bu hafta “HDP’nin kapatılması davası” başta gelmek üzere bu “Transatlantik İttifakı” açılımının sona erdiği izlemini doğdu. Nitekim dün Tayyip Erdoğan’ın Biden ile Putin arasındaki “katil” tartışmasına pek de gerekmediği halde, hem de “diplomatik kaygıları bir yana bırakarak” dahil olması, net bir biçimde Rusya devlet başkanından yana tavır alması bir eksen değişikliği izlenimini güçlendirdi. Gerek ABD’nin, gerekse de AB’nin “insan hakları, demokrasi, özgürlükler” konularında ilkeli bir duruşları bulunduğu elbette söylenemez. AB’nin birinci önceliğinin mültecilere kapıların kapalı tutulması, ABD’nin ise temel kaygısının Rusya’dan S-400 füze sistemi alınması olduğu açık. Ancak bu kadar bariz biçimde insan haklarını, kadın haklarını, siyaset yapma özgürlüğünü çiğneyen adımların karşılıksız kalması da düşünülemez.

Naci Ağbal’ın “Ortodoks” para politikası uygulayarak Politika Faizini %19’a çekmesinin zaten tıkanan büyüme, yatırım ve istihdamı olumsuz etkileyeceği açık. TÜİK’in yeni açıkladığı “atıl işgücü” verisinin işsizliğin %29.1 olduğunu beyan etmesi de ülkenin en ağır sosyal sorununun itirafı sayılmalı. Öte yandan faizleri tekrar zorlamalı biçimde aşağı çekmenin de kaçınılmaz biçimde dövize yönelişi tetikleyeceği, enflasyonun kontrolden çıkmasına yol açacağı, yabancı sermayeyi de kaçıracağı ortada. Geçen hafta MB verilerinin 1 yıl içinde yenilenecek dış borç miktarının 190.3 milyar dolar olduğunu göstermesi de dış dengeler nasıl bir çalkantı beklediğinin en açık göstergesi.

Tüm bunlar, dış koşulların da küresel faizlerdeki ve emtia fiyatlarındaki yükselmenin etkisiyle olumsuz seyretmesi de göz önünde bulundurulursa, Türkiye’nin adeta bir “domuz bağına” sürüklendiğini gösteriyor. Düşük tasarruf oranlarıyla “dış kaynak” girişlerine dayalı büyüme modeli tıkanmıştır. Artık “muhafazakar demokrasi”, “AB adayı Müslüman ülke” imajlarıyla da sermayenin “teveccühüne mazhar olma” imkanı kalmamıştır. Önümüzdeki dönemin kambiyo rejiminde değişiklikler yapılmadan, sermaye kontrolleri uygulanmadan atlatılması da pek olanaklı görünmüyor.

Kısaca, siyaset gibi ekonomi de göz göre göre bilinmeyen sulara, faturası halka çıkacak fırtınalı denizlere doğru sürükleniyor."