İnsan bir kez yabancılaştımı, artık bütün kapılarını kapatıyor. Tüm sesler o kapalı kapılara çarpıp geri dönüyor...

İnsan bir kez yabancılaştımı, artık bütün kapılarını kapatıyor. Tüm sesler o kapalı kapılara çarpıp geri dönüyor.
Kat kat giydiriliyor yabancılaşma insanlara. Önce içlik, fanila, atlet niyetine giydirilen piyasalaşma ve özelleştirme oldu.

Kapitalist, sağ, gerici, muhafazakar iktidarlar sanki kendi işleri değilmiş gibi kötü yönetimi, krizlerin nedeni olarak gösterdi hep. Kamu elden çıkartılırsa refah geleceği inandırıldı.

Geçen hafta ameliyat olan annem hastanede, sağlığına kavuşmaktan, gördüğü ilgi ve alakadan mutlu ve mesuttu. Babamın üç-otuz para emekli maaşından, ıkına sıkına kenara koyduğu birikimini hastane masrafları olarak özel sektöre teslim ederken yüzlerindeki sarı tebessüm, giydirilen yabancılaşmanın ‘refah’ rengi olsa gerekti. En az kendileri kadar bir meblağın da devlet tarafından özel sektöre aktarılıyor olması ve yıllaca maaşlarından kesilen sosyal güvenlik primlerinin ne olduğu hiç sorulmuyordu. Sosyal devletin görevi, insan olmanın hak ve hukuku hiç akla gelmiyordu.

Yine geçen hafta, Fikri Sağlar’ın başına gelenleri anlattığı yazıyı anımsayın! İletişim-haberleşme sektörü, özel sektöre devredildi devredileli, benzer sorunları hemen herkes yaşamakta. Sektör sadece talana açılmadı. Aynı zamanda zorbalığa, mafyaya, cemaatçi iktidarın gözü, kulağı olmaya ve nice suç şebekelerine açılmış oldu. Benzeri bir durum, çok yakında elektrik, su ve doğalgazda yaşanacaktır. Bekleyin ve görün!

Ama insanlar her şeye rağmen yine sarı tebessümleri yüzlerinden eksik etmiyorlar. Elbette kapitalizm, içlik giydirmenin yeterli olmadığının bilinciyle hareket etmekte. İnsanları kendilerine inandıracakları bir elbise daha gerekli; demokrasi…

İlerisini, gerisini bir kenara koyalım ve varsayalım ki ülkemizde demokrasi mevcut. Bu güzel coğrafyanın dulda bir yerinde bizim göremediğimiz, ancak siyasi lamaların görebildiği bir yerlerde… Belki, eski bir Osmanlı evinin tavan arasında...

Eski Osmanlı evinin tavan arasından gün yüzüne çıkartılınca  yeni olacağı bellenen bir elbise gibi mesela… İkinci el bile diyemeyeceğimiz bu demokrasi elbisesini son genel seçimlerde bir kez daha giymeyi kabullendi milyonlar... Bir türlü aradığı kumaşı bulamayan bizim mahallenin terzileri, bir kez daha malum kötü kumaşa makastar olmaya gönülleri razı olmuş görünüyor.

Neden, niçin, hangi saikle sorularının yanıtsız kaldığı, ikinci kat yabancılaşma elbisesi işte... Bakalım, zor günler içimizde koyulaşırken, kışa doğru hangi elbiseleri, üstlükleri koyacaklar önümüze? Bu arada, gülen yüzler, sarı tebessümlere gelince, onlar bizi aldatmasın. Zira biliyoruz ki; soytarılar asla gerçek kahkaha armağan etmezler.

Uzunca bir not:
“Sarı tebessüm” Murathan Mungan’ın Şairin Romanı’ndan alınmış hoş bir betimlemedir. Çiçekçilerin, güllere renklerine göre anlam yüklemeleri gibi, insan davranışlarının da bir rengi olmalı yüzlerine yansıyan.
Örneğin, miting alanlarındaki, “Güzel günler göreceğiz çocuklar, güneşli güzel günler/ motorları maviliklere süreceğiz” derken  devrimcilerin yüzüne yansıtan mavi ile aynı şiiri daha dün İstanbul’da seslendiren Fenerbahçeli  taraftarın yüzüne yansıyan mavi aynı olabilir mi?

Şairin dediği gibi renklerde kirleniyor, yüzler de. Metin Lokumcu’ya ait Adli Tıp raporunu hazırlayanların yüzlerine yansıyan bir renk var mıdır örneğin? Renk için ışık gerek. Ruhu ışıksız, izbe kişiliklerin inanıyorum ki ne yüzü olabilir, ne de o yüzlere yansıyacak bir renk.
 
Yazık!..