Cumhurbaşkanı seçilmesinden bu yana 'alternatifi yok' diye nitelenen Macron’un artık bir rakibi var. Pandemi öncesi Fransa’dan yükselen grevler ve protesto eylemleri karantina süresince dijital platformlar üzerinden sürdürüldü. Şimdi ise çok daha güçlü bir sesle çıkma ihtimali taşıyor. Artık değişim acil ve kaçınılmaz bir şekilde kapımızda duruyor.

Sarı Yelekliler’den bugüne Fransa’da seçim ve siyaset: Değişim acil olarak kapımızda duruyor

İLDA ALÇAY SEPETOĞLU

Fransa’da, ilk turu 15 Mart’ta gerçekleştirilen ancak karantina nedeniyle ikinci turu ertelenen yerel seçimler geçtiğimiz hafta tamamlandı. E. Macron seçim sonuçlarından umduğunu bulamasa da Yeşiller ve sosyalistlerin ittifak yaptığı büyük şehirlerde -Paris, Lyon, Marsilya, Strasbourg, Bordeaux ve Lille- yönetimi alması önemli bir başarı olarak değerlendirildi. Cumhurbaşkanı seçilmesinden bu yana “alternatifi yok” diye nitelenen Macron’un artık bir rakibi var. Bunun yanı sıra Fransa’nın üç büyük belediyesini ise kadınlar yönetecek: Paris’te Sosyalist Parti’den Belediye Başkanı olan Anne Hidalgo ile ekolojist ve siyasetçi Janna Barseghyan, Strasbourg Belediye Başkanlığı’na seçildi. Benzer şekilde Marsilya’da ve Lyon’da da kadın adaylar kazandı. Yine de seçimlere katılım oranı, Fransa tarihi açısından düşünüldüğünde, bir hayli düşüktü. Zira sandığa gitmeme oranı, belediye seçimlerinde, 1995’ten beri yüzde 30’un altına neredeyse hiç düşmemişti. 2014 yılında birinci turda 36,45, ikinci turda 37,9 ve 2020 yılında ise birinci turda 55,3, ikinci turda 58,4 oranında seçmen sandığa gitmemeyi tercih etti.1

Pandemi sürecinin katılım oranına etkisi olmakla birlikte, özellikle Sarı Yelek eylemleriyle başlayan ve geçtiğimiz yıl Fransa tarihinin en uzun süreli grevi olarak adlandırılan dönemde, iyice belirginleşen yöneticilere ve temsili demokrasiye duyulan güvensizliğin de katılım noktasında olumsuz etkisi kaçınılmaz oldu diyebiliriz. Nitekim o dönem eylemcilerin en büyük şikâyetleri “profesyonelleşmiş siyasetçilerin" yani seçimle işbaşına gelen yeni bürokrasinin, seçim vaatlerinde yer alan sözlerden uzaklaşması ve yeterli ölçüde destekçilerine kulak vermemesiydi. Yanı sıra milletvekili maaşlarının yüksekliği, parti bürokrasinin gelir dağılımında fazla pay alması ve iktidar partisini desteklesin yahut desteklemesin sıradan emekçilere hep haksız vergi yükleri bindirilmesi de önemli sorunsallardı.

Bu noktadan baktığımızda, seçim sonuçları sadece istatistiki bazı veriler sunmakla kalmıyor, aynı zamanda Fransa’nın -ve elbette dünyanın- “yeniden normalleşme” politikalarına da ışık tutuyor. Pandemi öncesindeki sokak hareketleri ve talepleri ile şimdiki hükümet politikaları karşılaştırıldığında, durum daha netlik kazanıyor.

Uzun süredir tartışılan “yeni normal” konusu, aslında gündelik hayatımıza içkin her türlü davranış biçimimizden tutalım da politik faaliyetlerimize kadar uzanan yeni bir “düzen”e işaret ediyor. Bu düzenin nasıl inşa edileceği ise aslında en kritik konu. Zizek’in dediği gibi, “İmkânsız olan gerçekleşti ve bildiğimiz dünyamız kendi etrafında dönmeye son verdi. Ama koronavirüs salgını bittiğinde nasıl bir dünya düzeni ortaya çıkacak? Zenginler için sosyalizm, felaket kapitalizmi ya da yepyeni bir şey mi? Yoksa her şey kaldığı yerden devam mı edecek?” Ya da artan otoriterleşme, denetim ve gözetim, küresel kaderimizin belirleyeni mi olacak? Pandeminin hemen öncesinde meydanlardan yükselen kitlesel direnişler nereye evrilecek? İktidar ve toplum arasındaki yeni konsensüs hangi noktada sağlanabilecek? Bu sorulara uzun soluklu toplumsal mücadeleler eliyle yanıt üretilecek kuşkusuz. Ancak kimi başlıkları şimdiden işaretlemekte fayda var.

NEOLİBERAL İLERİCİLİK VE KRİZ

2010’dan 2019’a kadar, 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana hiçbir dönemde olmadığı kadar, tüm dünya radikal değişimler talep eden kitle hareketlerine tanıklık etti.2 Farklı ülkelerin meydanlarından yükselen bu sesler güvenceli iş, güvenceli gelecek, adalet, daha iyi bir yönetim taleplerinde buluşuyordu. Aslında bu eylemlerin bir diğer özelliği de “neoliberal ilericiliğin” artık insanlara yetmemesiydi.

Neoliberal küreselleşmenin yarattığı sosyal baskı ve gerilemeleri, düzen içinde çözülebilecek sorunlar olarak ele alan, ekolojik sorunları çok fazla dert etmeyen, buna karşılık kültür ve kimlikler alanında politika üreten bu siyasal çizgiyi “neo-liberal ilericilik” olarak tanımlayabiliriz. Elbette bu politikaların da bir sınırı var. Bu kalın çizgi kapitalizm sınırlarında, özgürlük ile finansallaşmanın yıkıcı özelliklerinin birbiriyle uyumlandığı yere kadar uzanabilir. Dolayısıyla, kimlik politikaları; göçmen politikaları ve ırkçılık karşıtlığına uzanınca tıkanıyor. Eşitlik ve demokrasi, emekçi sınıflar için değil ama ayrıcalıklı gruplar lehine çalışıyor. Çevre politikası, “yeşil bir dünya” sloganıyla atılan adımlar zam ve vergi yüküne çevrilerek aslında ekonomik krizi sermayeden yana fırsata çevirmek için kullanılıyor. Yani ilerlemeci neoliberalizm gerçekte seçkin bir grubun ilerlemesinden bağımsız bir hat inşa edemiyor.

Fransa bağlamında düşündüğümüzde, Macron’un söz konusu politikaların sadık bir temsilcisi olarak karşımıza çıktığını görüyoruz. Kurduğu “En Marche!” hareketi yola çıkarken yalnızca ilerleme ve hareket odaklıydı: “Sermaye istikametinde” sürekli ilerlemek. Seçim politikası boyunca sıklıkla da vurguladığı gibi “Ne sağcıyım, ne solcu” … Neoliberalizmin Macron’a önemli bir manevra alanı da tanıdığı kuşkusuz. İdeolojilerin son bulduğu iddia edilen bir çağda, Macron ve politikaları, ideolojiler üstü ve herkesi kapsayan bir alana yerleşmişti. Ne ki bu bireysel ilerlemeciliğin, özgürleşmenin eksiltilmiş ideallerinden başka bir çerçeve sunmadığı artık gün gibi ortada. Geçtiğimiz iki yıl boyunca yaşanan eylemler ve ardından başlayan pandemi, on yıllar boyunca kamusal alanı yağmalayan, yüz yıllık sınıf mücadelesi kazanımlarını dev şirketlere peşkeş çeken, sosyal destek sistemlerinin altını oyan neoliberal talanın emekçileri, halkları nasıl kemirdiğini açığa çıkaran bir turnusol oldu3.

DEĞİŞİMİN EŞİĞİNDE SEÇİM VE MUHALEFET

Bu çerçeveden hareketle seçimlere baktığımızda, uzun süredir devam eden bir “arayışın” sandıkta karşılık bulduğunu pekâlâ görebiliyoruz. Manzara, küreselleşmenin temel bileşenlerindeki kırılmanın hızlandığını, küreselleşmeyi destekleyen neoliberal ekonomi politikalarının değişmeye başladığını, küreselleşme karşıtı eğilimlerin ve duyguların daha da güçlendiğini gösteriyor.

Öte yandan pek çokları için ‘yeni normalde’ kolektif eylemlerin ne olacağı ise belirsiz. Oysa aciliyetler, yeni fikir ve fırsatların şekil aldığı bir zemin oluşturur çoğu zaman. Pandemi öncesi Fransa’dan yükselen grevler ve protesto eylemleri karantina süresince dijital platformlar üzerinden sürmeye devam etti. Şimdi ise çok daha güçlü bir sesle çıkma ihtimali taşıyor. Aslında Amerika’da başlayan ve hızla yayılan Black Lives Matter (Siyahların Hayatı Önemlidir) eylemleri de açıkça gösterdi ki günlerce süren karantina önlemleri ve salgına rağmen insanlar, kendileri için çok daha yakıcı olan bir sorun karşısında yeniden siyaset alanına çıkabiliyor. Artık değişim acil ve kaçınılmaz bir şekilde kapımızda duruyor.

Bu nokta da sosyalistler ve Yeşiller’in ittifaklar kurarak aldığı belediye seçimleri nefes alanı olarak bir kazanım olsa da uzun vadede, daha yıkıcı emek-eksenli, doğayla barışık, eşitlikçi, özgürlükçü bir sistemi kurabilecek küresel politikalara ihtiyaç var.


1Fransa seçimleri ve Yeşil/Kızıl dalga. Artı Gerçek

2Küresel salgın yeni aktivizm biçimleri ortaya çıkarıyor – Erica Chenoweth, Austin Choi-Fitzpatrick, Jeremy Pressman, Felipe G Santos, Jay Ulfelder.PolitikYol.

3COVID-19 BİR TURNUSOL KÂGIDI-S.Özbudun- Mezopotamya Ajansı