Sarı Yelekliler üzerine gözlemler

Fransa’da gündeme damgasını vuran Sarı Yelekliler hareketine ilişkin çok sayıda haber ve değerlendirmeye rastlamış olmalısınız. İsterseniz bu tartışmaya ben de “temize çekme” niteliğinde 10 maddelik bir metinle katılayım.:

1) Emmanuel Macron’un 2017’de kurduğu ve parlamentoda da çoğunluğa sahip En Marche Partisi demokratik geleneği bulunmayan, tamamen “başkanın adamları ve kadınlarından” oluşan bir yapı. Bu nedenle Macron’un otoriter bir çizgiye savrulmasına şaşmamak gerek. Zaman içerisinde kibirli tarzı, sade yurttaşları küçümseyen üslubu da halkla iyice yabancılaşmasına neden oldu.

2) ABD’de Trump’ın başkan seçilişi, Brexit kararı, Avrupa’da sağ popülist hareketlerin yükselişi sürecinde Macron’un yıldızı küreselleşmenin ve neoliberalizmin umudu olarak parladı. Rothschild ekolü, “finansın Mozart’ı” diye cilalanan bir yatırım bankacısıydı ve önceki başkan Hollande’ın neoliberal politikalarına ticaret bakanlığı koltuğundan damgasını vurmuştu. Bu nedenle “zenginlerin başkanı” sıfatıyla tanınması ve yoksulların tepkilerini fitillemesi sürpriz olarak karşılanmamalı.

3) Fransa’daki tablo “küresel” bir şehir olan Paris’le taşra arasındaki gerginliğin de bir yansıması. Böyle kentlerde bilindiği gibi konut fiyatları yükselir, tutunamayanlar ve göz önünde bulunması istenmeyenler çeperlere itilir. Kamusal ulaşım sistemleri de iş insanlarına ve turistlere hizmet verecek şekilde modernize edilir. Buna karşın Fransa taşrasında orta ve alt orta kesimlerin yetersiz altyapı nedeniyle işe erişimlerini büyük ölçüde özel arabalarıyla sağlamak zorunda kalmaları ve yakıt fiyatlarının hızla artışı bardağı taşıran son damla olmuş görünüyor.

4) Sarı Yelekliler’in tepkileri Macron’un politikalarından şikâyetçi sol ve sağ yelpazeden seçmenin büyük çoğunluğunun desteğini almış görünüyor. Buna karşın eylem tarzlarının sert ve haşin görüntüsü; orta yaşlı, beyaz, eğitim düzeyi düşük kesimlerin gösterilere damgasını vurması gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bu nedenle kadınları, gençleri, göçmenleri kapsayıcı bir profil ortaya çıkmıyor. Bana sorarsanız manzara, Gezi’nin, Wall Street’i İşgal eylemlerinin “keşke orada olsaydım” duygusu yaratan davetkâr ortamından ziyade 2001 Krizi’nin esnaf eylemlerini andırıyor.

5) Eylemlerin sosyal medya üzerinden örgütlenmesi, bireylerin kendi inisiyatifleriyle katılması nedeniyle “yeni tip” bir hareketten söz edebiliriz. Partiler, sendikalar başta gelmek üzere örgütlü topluma reaksiyoner biçimde yaklaşıyorlar. Gelgelelim Gezi dahil bir programı bulunmayan, ideolojiler dışı davranmaya çalışan inisiyatiflerin sonunda sönümlendiğini biliyoruz.

6) Yakıt fiyatlarındaki aşırı artışlara karşı çıkarken, nasıl bir vergi modeli önerdiklerini de öğrenemiyoruz. ABD’deki Çay Partisi hareketi gibi vergilere, dolayısıyla kamu hizmetlerine kökten bir karşı çıkış söz konusu değil. Ancak neoliberalizmin Türkiye’deki gibi vergi yükünü dolaylı vergiler aracılığıyla emek kesimine yıkan, kara ve servete pek dokunmayan zihniyetinin sorgulandığını da söyleyemeyiz.

7) Macron ekolojik önceliklerle, yenilenebilir enerjileri desteklemek amacıyla karbon vergileri konulduğunu, bu uygulamanın önceden takvimlendiğini öne sürüyor. Bunun sermayeye yeni kâr alanları açmaya dönük nasıl iki yüzlü bir “yeşil” anlayış olduğu açık. Ne var ki Sarı Yelekliler’in de ekolojik kaygıları bulunduğuna dair bir belirti yok. Bu da eğitimli, şehirli kesimlerin; kadınların, gençlerin desteğini sınırlıyor.

8) Charlie Hebdo, Bataclan, Nice benzeri acı terör saldırılarını gerekçe göstererek sürdürülen “olağanüstü hal” yetkileriyle, polisin göstericilere çok acımasızca saldırdığını izliyoruz. Sarı Yelekliler’in de benzer şekilde mukabele etmeleri nedeniyle katılım giderek düşüyor. Bir stratejik manevra yapılmadığı takdirde hareket sönümlenme tehlikesiyle baş başa kalabilir.

9) Böyle bir manevra ancak sendikalarıyla, partileriyle, bireyleriyle solun sürece damgasını vurmasıyla gerçekleşebilir. Tam desteğin açıklanması, insanların meydanlara davet edilmesinin yanı sıra, ancak kuralların konulmasıyla, taleplerin sistematize edilmesiyle yol alınabilir. Böylelikle Marine Le Pen’in Ulusal Toplanma ve Nicolas Dupont-Aignon’un Fransa Ayağa Kalk Partisi gibi sağ unsurlar hareketten ayıklanabilir.

10) Bir tehlike de, bu süreçte “popülist” diye ortak bir ifadeyle yaftalanan sağ ve sol birbirinden taban tabana zıt akımların özdeşleştirilmesidir. 90’lı yıllarda küreselleşme karşıtı hareketlere de zarar veren bazı şiddet tutkunu anarşist akımlar, Sarı Yelekliler’in de imajını zedeliyor. Polis müdahalesine zemin hazırlıyor. Solun ve sosyalistlerin hareketin öznesi haline gelebilmesi bu açıdan da büyük önem taşıyor.