Slayt değişmiyordu, projeksiyon ışığı yanıp sönüyordu. Hoca buna sinirlenmişti, ben de yumuşatmak için “hocam bir sorum var” demiştim. “Sor” dedi. “Şirinler sarılık olsalardı ne renk olurlardı?” dedim, bir süre sessizliğin ardından dersten attı.

Sarılık

Sine Aras Akten

1997 yılında karaciğer kurulundayız. Son derece sert hocalarımızdan birisi dersimize giriyor. Dersin konusu sarılık hastalığı. Eski asetat kâğıtlardan okuyarak anlattı. Aralarda homurdanarak söyleniyor. Slayt değişmiyor, projeksiyon ışığı sönüp duruyor. Bundan ötürü sinirlendi. Ben de biraz ortam yumuşasın diye “Hocam bir sorum var” dedim.


“Sor”, dedi, ama yüzünden memnuniyetsizlik akıyor. Muhtemelen soru sormamdan da hoşlanmamıştı. Meydana gelen teknik aksaklıklar canını sıkmıştı. Sorumu yarı çekingen bir halde sordum. “Şirinler sarılık olsalardı ne renk olurlardı?” dedim ve çocuksu bir gülümsemeyle sorumu bitirdim. Aslına bakarsanız, yanıtını da merak etmiyor değildim. Sınıftakilerin kıkırdamasını saymazsak uzun bir sessizlik oldu. Elini de havaya kaldırarak, “Çık dışarı” dedi.

Hocanın terslemesi beni biraz üzmüş biraz da tedirginleştirmişti. Yaptığım hafif şakadan hayıflanarak birkaç şey de eklemek istememe rağmen yavaşça sınıf kapısına doğru ilerledim, cidden sararmıştım. “Yeşil olurlar mıydı onu merak etmiştim hocam!” diye ekledim çıkarken. Evet, sınıftan kovuldum. Aslında bana göre güzel ve biraz muzip bir soruydu. Üzerinden uzun yıllar geçti.

Sarılık ve tezahürü acaba deri rengine göre fark ediyor muydu? Yani biz hastalıklara bulunduğumuz coğrafyadaki insanların etnik özelliklerine göre isim takarız. Mesela ailevi Akdeniz ateşi gibi. Coğrafya ile anılan hastalıklar dışında, hastalığı tespit edenlerin isimleriyle anılanlar da var; Behçet Hastalığı gibi. Sorunun meydana geldiği organlarla anılanlar da var; kalp rahatsızlıkları gibi. Hastalığı meydana getiren etkenle anılanlar da var; enfeksiyon hastalıkları gibi. Veya tezahür edilişlerine veya ediliş yerlerine göre anılanlar da var; el ayak sendromu ve yazının konusu olan sarılık gibi.

Sarılık da bu hastalıklardan birisi. Tezahür ediliş şekline göre deride biriken etkin madde bilirubinin deride meydana getirdiği renk değişiminden ötürü hastalığa bu isim verilmiş. Halk arasında sarı renge çalan deriden ötürü sarılık denmiş adına. Tıbbi adı icterus, İngilizcesi jaundice. Kökü Fransızcaya dayanıyor, jaune Fransızca sarı demek. Jaunisse ise sarı renk hastalığı demek. Icterus Yunanca ikterostan türemiş. Rivayete göre sarılık geçiren insanlar icteria denen sarı bir kuşa bakarak sarılıklarını yeneceklerini zannedermiş. Şimdilerdeki tedavi şekillerinden birisi olan güneş banyosunun başka bir yorumu olabilir belki de. Ama icteria ismi kökeninden bugüne kadar adını taşımayı başarmış. Sarılık hastalığında en önemli etken karaciğer. Aslına bakarsanız insanların en ünlü mitolojik öykülerinde bile rastlanır bu organa. Eski Yunan mitolojisindeki Titan Prometheus miti sözünü ettiğim. Mite göre Prometheus insanlara ateşi vererek ve bilinçlendirerek tanrıları iki defa kandırınca Zeus onu cezalandırmış. Cezaya göre Kafkas Dağı’na sürülmüş ve zincirlenmiş. Zincirli haldeyken bir kartal iki günde bir gelerek Prometheus’un açıkta bırakılmış karaciğerini yemiş. Tıbbi açıdan karaciğer kendisini 28 günde bir yenileyebilen bir organ. Eski Yunanlar da tam yenileme süresinde doğru tahmin yürütemeseler bu organın yenilenebildiğini de fark etmiş.

Kendi kendini yenileme gücüne sahip karaciğer organının fonksiyonlarından birisi sarılığa neden olan safra sıvısının suda çözünür hale getirilip bağırsaklar ve idrar yoluyla vücuttan atılmasına yardımcı olmak. Karaciğerde oluşan doğumsal hasarlar, anatomik bloklar ve sonradan olan yağlanma ve alkol tüketimi ile karaciğerde fonksiyon kayıpları oluşur. Bu kayıplara ayrıca karaciğere ait nedenler de sebebiyet verebilir. Mesela kanda var olan hastalıklar veya karaciğerden sonar safranın aktarım yolunda doğumsal veya sonradan olma bloklar ile kana geri dönen safra ile de bu fonksiyon kayıpları oluşabilir. Biriken veya geri tepen safra ise kırmızı kan hücrelerinin içindeki demir ve protein karışımı heme adlı proteinin karaciğerde koruyucu ve yok edici vasfındaki makrofaj denen hücreler tarafından yakılması sırasında oluşuyor. Heme proteini billiverdine oradan da billurubin maddesine çevrilip bağırsalar ve idrar yoluyla dışarıya atılıyor. Hippokrates’in yazdığı 4 vücut sıvısından birisi olan ve kara melankoliye sebep olduğunu düşündüğü safra (siyah ve sarı safra ayrımı yapılıyor) veya bile vücut atılımı olmadığında vücudun elastin kıkırdaklarında ve deri de birikiyor ve karşımıza sarılık olarak ortaya çıkıyor. Genelde çocukluk dönemi, yeni doğanlarda daha fazla gözlenen bir hastalıktır bu. Yeni doğan sarılığı olarak da adlandırılır. Billurubin seviyesi 3mg/dl’yi aştığında bulgular açıktan belirginleşmeye başlar. Sarılık çoğu zaman deri renginin değişimini daha ileri seviyelerde göstermeye başlasa da daha önemli özelliği kaşıntı yapması ile başlangıç seviyelerinde bulgu gösterir ve kanda belirlenebilir. İdrar renginin koyulaşması denilen bilirubinuria, soluk benizlilik denilen acholia, yağlı gaita denilen steatorrhea ek bulgularından bazılarıdır. Sarılığın tedavisi kaynaklandığı şeye göre değişkenlik gösterir. Eğer safra yollarında bir tıkanıklık varsa cerrahi yolla açılması gereklidir. İlaçlı tedavisi ve ek olarak yeni doğan sarılığında ışık tedavisi veya yaşa ve erken doğuma bağlı olarak kan değişimi uygulanır. Burada kriter billurubin seviyesinin 4 ile 24mg/dl olmasıdır. Kaşıntı safra kesesinin akışı mümkün olunca azalır. İlaç tedavisi de vardır genellikle ursodeoxycholic acid veya opioid antagonisti, naltrexone gibi şeyler kullanılır.

Sarılık tedavisinde esnasında böbrek hasarı da oluşabilir. Biriken billurubinin idrar yollarını tıkaması az rastlanan bir bulgu olsa da vardır, bu durum billurubin nefropatisi olarak geçer. Yoğun mai tedavisi ile biriken safranın idrar yoluyla atılmasına uğraşılır. İleri derecede böbrek yetmezliğine dönüşebildiği durumlar görülmüştür. Bu durumda diyaliz ihtiyacı gözlemlenir.

O gün derste bu konuyu Şirinler’e neden bağlamak istedim hiç bilmiyorum. Ama renklerin bu kadar çok konuşulduğu bir konuda muziplik yapasım tutmuş ve dersten atılmıştım. Yıllar sonra eğitim aldığım Long Island College Hospital Dahiliye Bölümü asistanıyken bu soruyu yine sormaya yeltendim. Bu kez Dr. Levy karaciğer hastalıklarını anlatıyordu. Söz alıp girişteki soruyu İngilizce “What color would a smurf be turning to when it’d have jaundice?” şeklinde sordum.
Aynı sessizlik yine çöktü.

Ama bu defa Dr. Levy “Well, it depends… Green vs Darker Green” (Duruma göre değişir, yeşil veya koyu yeşil olurlar) dedi ve epey güldü. Sonra da bana “Hayvanlarda sarılık nasıl tezahür eder” diye sordu. Bir fasıl da bu soruyu tartıştık.

Saçma soru yoktur. Soruya yanıt verirken neler öğretebileceğini bilmeyen hoca vardır. Bu kara melankoliden de kötü bir durum… Kara komedi.