İnsan duygularla yoğrulmuş varlıktır.

Ve yeryüzünde doğanın misafiridir. Yaşadığı coğrafya ona dil vermiş, renk vermiş, inanç vermiş, sevginin ifade etme ritüellerini öğretmiş.

İnsan birbirini anlamadan doğanın parçası olamaz.

Doğanın en iyi anlaştığı canlı türü dişilerdir. Özellikle kadındır. Doğa kendi üretme özelliğini tüm dişilerde olduğu gibi kadına da bahşederek ona güvenmiştir. Bu güvenmenin bedeli, tanrılara inat doğurganlığı ona bahşetmesiyle kadının karşıtlarına diyet ödemek olmuştur.

Kadın anne oldu, abla oldu, kız çocuğu oldu… Ve duygu karşılığının ete kemiğe bürünmüş halini temsil etti.

Erkek baba oldu, abi oldu, erkek çocuğu oldu… Ve duygu karmaşasının karşılığını annede, sevgilide, çocukta bularak kendini ıslah etmeye çalıştı.

Duygu karmaşışını kodlayamayan erkek, erkeklik (!) kisvesi altında doğaya ve insanlığa peyda oldu.

Erkeklik (!) bu karmaşa içinde egemen olma dürtüsüyle kendini ifade etmek isteyince, ortaya kaos, şiddet ve savaş çıktı.

Önce doğayla ilişkisini kopardı, sonra sıra kadına geldi.

Kadındaki zarafet ve erkek saygınlığı, erkeklik ideolojisinin şiddet çelişkisini kontrol edemeyecek düzeye gelince, ölümler kaçınılmaz oldu.

İnsanlara coğrafyalarda yaşam bahşeden doğa, gencecik insanların mezarlığı haline geldi. Erkeklik ideolojisi, kendi egemenliği için insanı kurban etmeyi gelenek haline getirerek, kudretini korku içinde egemen kılmaya çalıştı.

Adaletini ve ahlaki değerlerini kaybettikçe korktu, korktukça daha çok öldürdü.

Kadını ve doğayı kaybeden erkeklik (!), kendi bedeni içinde kıyametin kendisi oldu.

Kıyamet için kutsal kitaplara, mitlere ve inanç hikâyelerine gerek kalmayacak düzeyde, yeryüzünde tanrıların bile tasvir edemeyeceği şekilde acımasız oldu.

Bu acımasızlık, kadını ve erkeği çocuklarının mezarları başında toplayıp her dilden ağıtlar yaktırmaya başladı.

Tüm bunlara rağmen sevgimizi bulmak zorundaydık.

Sevgide toplanmak zorundayız.

Annemizin babamızın ellerinde.

Kızımızın ve oğlumuzun yanağında.

Sevgilimizin dudaklarında.

İnsanlığın omuzunda.

Ve sarılmak lazım!

Tüm bunlara kavuşmak için sarılmak lazım.

İnsanlık onurunu kurtarmak için sarılmak lazım.

Erkeklik vesayetinden kurtulmak için sarılmak lazım.

Ellere kavuşmak için, yanaklara kavuşmak için, dudaklara kavuşmak için sarılmak lazım, omuz omuza vermek için sarılmak lazım.

Önce sarılmalı ki yürekten gelen sıcaklığı hissedelim. O, insanlığın varoluş sebebi olan sevgi sıcaklığını insan insana bahşetmeden sevgiyi anlatmak mümkün olmaz.

Sarılıp: “Seni seviyorum” demek lazım. “Kurban olurum sana” demek lazım

Tüm bu coğrafyada yaşamak için ortak dil sevgiyi paylaşmak gerek. Paylaşmak için dile, duaya ihtiyaç yoktur. Gözlerine bakmak ve sarılmak, sevgiyi bahşetmek en büyük ibadettir.

İnsana ve insanlığa sarılmak gerek.

Sarılmak için yürümek gerek, emek gerek, bedel gerek.

“hep bir ağızdan türkü söyleyip

hep beraber sulardan çekmek ağı,

demiri oya gibi işleyip hep beraber,

hep beraber sürebilmek toprağı,

ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,

yârin yanağından gayrı her şeyde

her yerde

hep beraber!

diyebilmek

için

on binler verdi sekiz binini…”