Başımıza gelen onca şeye rağmen hâlâ şarkı söyleyebiliyor, bir şarkının içine kolaylıkla yerleşebiliyor ve bir de bununla övünebiliyorsak durumumuz gerçekten vahim. Koşulları değiştirmek yerine şarkılarda arıyoruz teselliyi; plantasyonlarda çalıştırılan köleler gibi ancak şarkı söylediğimizde berbat koşullar katlanabilir hale geliyor: “Köle sahipleri kölelerin şarkı söyledikleri zaman daha iyi çalıştıklarını fark ederler” (Levine, Biçimler, KÜY). Hep birlikte bildik nakaratları tekrarladıklarında yaralarının acısını dindirebilirler, fakat kölelik koşulları olduğu gibi kalır; mevcut yaraları giderek kötüleşir; prangalar, ruhlarında ve bedenlerinde derin yaralar açmaya devam eder. Hâlbuki şeylerin değişmesi gerektiğini söyleyen, değişimi şiddetle öneren bizlerdik. Neşeli, umut dolu şarkılarımızda bile neşeli bir keder var ve bu neşeli keder yaşam enerjimizi, sevincimizi tüketmekten başka bir işe yaramıyor. İnleyen nağmeler eşliğinde çalışmaya ve şikâyet ettiğimiz koşulları üretmeye devam ediyoruz. Şarkıların sözleri ne denli umutlu olursa olsun nağmeleri bildik nağmelerse bizi yine bildik bir evrenin içine yerleştirecek. Her şey şayet güzel olacaksa bu, şarkı söyleyerek olmaz, çığlık atmanız gerekecek. Şarkının teselli edici evrenini ancak çığlıklar parçalayabilir ve hayat, ancak çığlıkların açtığı gedikten içeriye girebilir. “Çığlık atma ihtiyacı duyduğunuz her defasında felsefenin bir tür çağrısına uzak olmadığınızı sanıyorum” (Deleuze).

***

Çığlık atma ihtiyacı duyacağımızı ben pek sanmıyorum, zira acıyı bal eyledik. Mümkün dünyaların en kötüsüne kapatıldığımızdan beri çığlık atmak yerine acımızı dindirecek yeni şarkıcılar ve şarkılar aramayı tercih ettik. Eskiler artık teselli vermiyordu çünkü. Yeni şarkıcıların umut dolu şarkı sözlerine hemen tav olduk ve hep bir ağızdan söyledikçe acılarımız azaldı, acıyı bal eyledik ve üretmeye devam ettik. Sözler ne kadar umutlu olursa olsun, şarkının nağmeleri ve ritmi, içine yerleştirildiğiniz berbat dünyanın nağmeleri ve ritmidir. Bu haliyle müzik asla özgürleştirmiyor, aksine mevcut koşulların içine daha da gömüyor bedenleri. Sözlerine aldandığınız müziğin ritmi kırbacın ritmidir ve tek bir işe yarıyor, çalışmayı kolaylaştırmak ve hızlandırmak. Köle sahipleri şarkı söylemenizden, dans etmenizden pek memnun, verimliliği artırıyor çünkü. Kırbaç şaklamaya devam ediyor: “Güzel günler bizi bekler/Eyvallah dersin olur biter”. Ve kırbaç, bir sahibimiz olduğunu hatırlatır bize: “Benim hâl â umudum var/İsyan etsem de istediğim kadar/İnat etsem de bırakmazlar, sahibim var”. Mümkün dünyaların en kötüsünde tek bir hakikat vardır: Sahibin kırbacı.

***

Bugüne dek ne şarkıcılar gördük, başka bir dünya vaat etmişlerdi, fakat hepsi sonunda hakikate erdiler. “Hakikat her zaman eldeki kavramlara tabidir (Deleuze). Ve eldeki kavramlar değişmediği sürece hakikat bellidir: Despotik ritim. Başka bir dünya için yeni kavramlar yaratmak gerekir. Felsefe, Deleuze’e göre kavram yaratma eylemidir. Kavramlar verili değildir. “Filozof şarkı söyleyen biri değil, bağıran, çığlık atan biridir” (Deleuze). Çığlık, verili akışları kesen bir bıçak gibi. Kavram yaratmak, verili düşünce akışları kesmek, düzenlemek, birbirine bağlamaktır. Sadece filozof mu yaratır? Bir ressam da çığlık attığında verili olan akışları keserek, birbirine bağlayarak verili olmayan çizgiler ve renkler yaratır. Müzisyen, verili olan akustik akışlardan bir şeyler çekip alan, sesleri düzenleyen biridir. Peki sıradan bir insan neden çığlık atar? Çığlık, verili akışlarla birlikte oradan oraya sürüklenmeye karşı atılmıştır, başka bir dünya yaratmak içindir. Filozof çığlık atma ihtiyacı duyduğunda mutlaka bir kavrama ihtiyacı vardır. Kavram, çığlık atmanın bir biçimidir. Filozof, çığlığın kavramını bulan kişidir. Ressamın çığlığı, imgesinin biçimidir. Müzisyen çığlığı notalarına işlemiştir. Bir insan çığlık attığında kendi hakikatini yaratır ve varoluşun hakikati değişmiştir.

Hâlâ çığlık atma ihtiyacı duymadığınıza, verili akışlarla sürüklendiğinize ve verili şarkılara yerleştiğinize göre başınıza gelenlerden hiç şikâyet etmeyin. Fakat biliyorum, durmadan şikâyet etmek de bir yaşam biçimidir, dırdır etmeye alıştık bir kere. Dırdır, şarkıların ritmidir.