Sarmaşığa dolanan hayatlar

METE GÜNER

İnsanlar da sarmaşıklar gibi bir şeylere tutunarak büyüyor. Ailemize tutunarak büyüyor, sonra bizi yetiştirirken yeterince iyi bir iş yapmadıklarını düşündüğümüz için onları suçlayabiliyor, yetersizliklerimizin kaynağı olarak görebiliyoruz. Onların da bizim gibi karanlıkta yolunu bulmaya çalışan, etten kemikten ve kusurlu canlılar olduğunu çok geç fark ediyoruz. Yekta Kopan’ın yazdığı ve Levent Gönenç’in çizdiği ‘Sarmaşık’ çizgi romanını okuduktan sonra kafamdan geçen düşünceler işte tam olarak bunlardı.

Yekta Kopan’ın 2009’da yayınlanan ‘Bir de Baktım Yoksun’ kitabının ilk öyküsü olan ‘Sarmaşık’, Levent Gönenç’in çizgileriyle bir çizgi romana dönüştü ve geçen günlerde Can Yayınları etiketiyle yayımlandı. Öyküden daha önce haberdar olmadığım için bu bilgi beni ilk başta üzmüştü. Çünkü bu ikilinin elinden en başından beri çizgi roman olarak tasarlanmış bir hikâyeyi okumak isterdim. Ancak bu üzüntüm çizgi romanı bitirdiğimde çoktan ufuk çizgisine doğru yol almıştı bile. Kopan ve Gönenç eski dostluklarının da getirdiği uyumla, insanı alıp başka diyarlara götüren ve düşündüren bir çizgi roman ortaya çıkarmış.

Çizgi roman, bir yayınevinde çevirmenlik yapan ve aynı zamanda başarısız bir yazar olan karakterimizin mahallede baktığı kedi Goncagül’ün ortadan kaybolmasıyla açılıyor. Bir reklam tabelasında gördüğü evin, çocukluğunda çeşitli korku hikâyelerinde başrol oynamış, virane Yeşil Ev’i hatırlatması ile kahramanımız geçmişte Goncagül’ün bir kez daha kaçtığını ve Yeşil Ev’de bulunduğunu hatırlıyor. Bütün bu süreç boyunca karakterle hızlıca bağ kuruyoruz. Pek çoğumuzun hayatının bir döneminde yaşadığı, büyüdüğü mahallede favori bir kedisi olmuştur. Onu göremediğimizde endişelenmişizdir. Dolayısıyla kahramanımızın içine düştüğü durum çok tanıdık geliyor. Keza hikâyede büyük yer kaplayan Yeşil Ev de pek çoğumuz için çok tanıdıktır. Abimin okuduğu ilkokulun karşısında yemyeşil bir bahçe içerisinde metruk, iki katlı ahşap bir ev vardı örneğin. Abim okuldan geldiğinde o evle ilgili okulda kendisine anlatılan hikâyeleri anlatırdı. Evin içerisinde Yeşil Canavar’ın yaşadığını söylerdi. Annemle abimi okuldan almaya gittiğimizde Yeşil Canavar’ı görmek için hep o bahçeye bakardım. Kopan hikâyesi için seçtiği ögelerle hem karakterini hem de biz okurlarını geçmişe doğru bir yolculuğa çıkarıyor anlayacağınız.

Rotasını Yeşil Ev’e kıran kahramanımız orada Goncagül’ü değil ama hiç tahmin etmediği birini, öldü bildiği babasını evin bahçesindeki bankta otururken buluyor. Sonrası baba oğulun hesaplaşması, ayrılıklarını değerlendirmeleri ve aslında birbirlerinden de çok farklı olmadıklarını keşfetmeleriyle devam ediyor. 1978 yapımı Superman filminde Marlon Brando tarafından canlandırılan karakterin, oğluna veda ederken dediği gibi “Oğul, baba oluyor; baba da oğul…”