Sars-Cov-2 aşı savaşları

Prof. Dr. Mustafa AKÇELİK*

Sars-Cov-2 aşı savaşları tüm hızıyla devam ediyor. Aşı üretimi aşamasına gelindiğini ilan eden firmalar ile yapılan anlaşmalar açıklanmaya başladı bile. Ön siparişler yapılıyor ve aşı üreticisi firmalar, aşı üretim ve test aşamalarını bugüne kadar görülmedik bir hızla tamamlama çabasındalar. Ancak böyle bir yarış içerisinde, sade aşı çalışmalarının değil, pandemiden korunmayı hedef alan tüm çalışmaların sağlıklı yürüyebileceğine dair kaygılar da giderek artıyor. Sars-Cov-2 pandemisinin insan sağlığı ve toplumsal yaşamda yarattığı akıl almaz yıkıcı etkiler, bu zorlamanın temel unsurları gibi görünse de, esasen bu süreç çoktan bir güç gösterisine evrilmiş durumdadır.

Aşıların etkinliği, üretici firmalar tarafından şimdiden yüzde 90'ı aşan oranlarda bildirilmeye başlandı bile. Daha Sars-Cov-2’nin neden olduğu hastalığın etiyolojisi tam anlamı ile çözülmemişken, aşı etkinliğinin üzerinde bu kadar sansasyon yapılması, ticari kaygılardan kaynaklanan ve insanları yanıltan ciddi bir etik sorundur. Aşıların birbirleri ile değil plasebo ile kıyaslanarak değerlendirildiği de göz önünde bulundurulur ise bu etik sorun daha da ciddi bir boyut kazanmaktadır.

Aşı savaşlarında; halihazırda Çin’de (CanSino Biologics), ABD’de (Moderna), İngiltere'de (Oxford üniversitesi ve AstraZeneca ortaklığı) geliştirilen üç aşı, liderliklerini ilan etmiş durumdadır. Deneysel süreçte elde edilen verilerin açıklanmasının, yakın bir zamanda pandemiden insanlığın kurtulacağı yönündeki umutları artırdığına şahit oluyoruz. Bu umut aşı çalışmalarına dair bilinenlerden çok, pandeminin yıkıcı etkisinin yarattığı büyük beklentiden kaynaklanmaktadır. Çünkü bu aşıların yeterince etkili olduğunun belirlenmesinde hangi kriterlerin belirleyici olduğu konusu halen yeterince açık değildir ve bilimsel çevrelerde tartışmalıdır. Birçok bilimsel çalışmada, aşı denemeleri sonucunda iyileşen hastalardan elde edilen veriler, kanda nötralize edici antikorların beklenenden daha hızlı bir şekilde kaybolabileceğine işaret etmiştir. Yani aşı ile oluşturulan bağışıklığın ne kadar süreceği konusu halen muğlaklığını sürdürmektedir. Diğer yandan, söz konusu aşıların temel risk gruplarında (ciddi kronik hastalıklara sahip bireyler) nasıl bir etki göstereceği de bilinmemektedir. Zira bu kişiler denemelerde genellikle ya hiç yer almamakta ya da yetersiz bir oranda temsil edilmektedir. Oysa aşılar kullanıldıkları populasyonun genelinde etkin ve güvenilir oldukları tespit edildiğinde ancak ruhsatlandırılabilirler. Diğer yandan bir popülasyonda kitle bağışıklığına ulaşabilmek için populasyonu oluşturan bireylerin yaklaşık yüzde 70’inin aşı olması gerekmektedir. Bu sadece Türkiye için 65 milyon kişi demektir (tüm dünya için yaklaşık 5 milyar kişi). Tek başına bu rakamlar bile güç savaşlarından ne kast edildiğini tüm açıklığı ile tanımlamaya muktedirdir. Özellikle Sars-Cov-2 pandemisinden sonra ihtiyaç duydukları miktarın çok azı grip aşısı dozuna ulaşabilen ülkelerin, popülasyonlarının genelini aşılayan ülkelere oranla onlarca kat fazla olduğu bu adaletsiz dünyada, bir çok ülkenin bu hedefi tutturmak bir yana, Sars-Cov-2 aşısı etkin ve güvenli olsa dahi, aşının kullanılmaya başlamasından çok uzun bir süre sonra bile bu hedefe ulaşmaktan uzak kalacağı kesindir.

Bunların yanında, olası bir Sars-Cov-2 aşısı için dozlar, saklama koşulları ve tedarik zincirlerinin ciddi bir planlama ile şimdiden yapılma zorunluluğu da yine tüm ülkelerin acil eylem planı olmak durumundadır. Tüm bunların sağlanması, ancak pandemi kadar yaygın bir iradenin oluşturulabilmesi ile mümkündür. Oysa ne aşı geliştirilmesi aşamaları ile ilgili halen cevap bekleyen soruların ve ne de aşı uygulamalarının sosyal ve teknik çerçevesi ile ilgili temel sorunların, bütün dünyayı kapsayan bir çerçevede yanıt bulduğunu ya da bu doğrultuda çözüm iradesi gösterildiğini söylemek mümkün değildir.

Özetle, etkin ve güvenli bir aşının (ya da aşıların) bile, pandemiyi geriletme ve engelleme gücü, ancak tüm ülkelerin eşit ortağı olduğu bütünlüklü bir mücadeleye bağlıdır. Böyle bir mücadelenin bugüne kadar örgütlenmiş en küçük bir nüvesine bile şahit olamadık. Tam tersine, siyasi çıkarların belirleyici olduğu güç savaşlarının Sars-Cov-2 aşısı çevresinde gerçekleşmesinin, süreç bu şekilde devam ettiği takdirde, yaşadığımız pandemiden daha tehlikeli bir halk sağlığı problemi (umutsuzluk) yaratma olasılığı güçlenmektedir. Özetle etkin ve güvenilir bir ya da birden fazla aşının bulunması halinde bile, pandemi ile mücadelenin arzu edilen doğrultuda yol alabilmesi için insanlığın önünde ciddi sorunlar ve uzun bir yol bulunmaktadır. Bu yolun aşılmasında tek güç, süreç hakkında insanların yeterli ve doğru bilgilendirilmesi ve bu doğrultuda mümkün olan en yaygın mücadele için eylem planlarının ve alt yapının hazırlanmasıdır.

*Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi