Tüm dünyada belirsizlik hâkim. Bundan olsa gerek ABD yeni güvenlik konseptinde Asya-Pasifik önceliğini değiştirerek Avrupa güvenliğini ön plana çıkartıyor.

Savaş ibresinin Ukrayna’dan yana dönmesi imkânsız

Doç. Dr. İkbal DÜRRE / Moskova Devlet Üniversitesi

Son zamanlarda Batı’dan Ukrayna krizinde Rusya ile ortak bir çıkış yolu bulunması gerektiğine dair sinyaller gelmeye başladı. Başlangıçtaki histerik hava ve çıkışlar yerini daha soğukkanlı ve gerçekçi söylemlere bırakıyor. Bunu sadece alt düzeyde yapılan açıklamalardan değil, Biden, Macron, Scholz’un birtakım konuşmalarından ve tavırlarından da hissedebiliyoruz. Hatta Ukrayna Lideri Zelenski de, ülkesi için kârlı olmayan şartlarda barış masasına oturması yönünde bazı Batılı ortakları tarafından, ikna edilmek istendiğini itiraf etti.

Gidişata bakınca Kiev üzerinde başlangıçtaki duruş ve söylemlerden taviz vererek masaya oturulması gerekliliği konusunda, iç ve dış baskıların artacağını düşünmek mümkün. Diğer taraftan bütün bu öngörülerin sahada direk bir yansıması yok. Tam tersi savaş bütün hızıyla sürüyor. Batı biraz ağırdan alsa da, gelişmiş silah yardımlarına devam ederken Rusya ise yavaş olsa da ilerlemeyi sürdürüyor.

KAÇINILMAZ SON GÖRÜLÜYOR

Donbass bölgesinin tamamen Rusya’nın kontrolüne geçmesinin sadece bir zaman meselesi olduğu şeklinde dünya kamuoyunda ciddi bir kanaat oluştu. Hatta Rusya güçlerinin Odessa-Transdinyester hattına yönelme riskini engellemek için bir an önce ateşkes görüşmelerinin başlamasın tek çıkış yolu olacağını dile getirenler var.

Bütün bunları üst üste koyduğumuzda, nerede biteceğinden bağımsız olarak, savaş sonrası dönemin nasıl şekilleneceğinin artık konuşulmaya başlanmasının şartları da oluşuyor denilebilir. Çünkü netleşen bir şey var; ne kadar yardım yapılırsa yapılsın ABD ve müttefikleri Kore Savaşı’nda olduğu gibi, bizzat müdahil olmadıkları sürece, -ki olmayacaklarını ilan ettiler- ibrenin Ukrayna’dan yana dönmesi imkânsız. Doğal olarak, ‘Peki sonra neler olacak?’ sorusu kaçınılmaz oluyor. Hatta Ukraynalıların da artık bir yönüyle kaçınılmaz sonu gördüklerine dair, ciddi birtakım kaynaklara dayalı gözlemlerim var, başlangıçtaki özgüven gittikçe azalıyor. Rusya’da ise durum tam tersi.

UKRAYNA, RUSYA’NIN AFGANİSTAN’I OLMAZ

Moskova’ya ekonomik yaptırımların, Kiev’e gelişmiş silahlardan oluşan askeri ve ekonomik yardımların yılsonuna doğru sonuç vereceğine dair görüşler dile getiriliyor. Böyle düşünenler çoğunlukla başlangıçta Ukrayna savaşının, Rusya’nın Afganistan’ı olacağı görüşünü savunanlar. Oysa üzerinde detaylı olarak düşünüldüğünde Ukrayna-Afganistan benzetmesinin sağlıklı temellere dayanmadığı görülecektir. ‘Nasıl Afganistan SSCB’nin sonu olmuşsa, Ukrayna da Rusya’nın sonu olacak’ tezi yanlış tespitlere dayanmaktadır. SSCB’nin dağılmasını asıl nedeni ne Afganistan savaşı ne de Gorbaçov’un iktidara gelmesiydi. Bunlar belli ölçüde süreci hızlandıran etkenler, buzdağının görünen yüzleri. Nasıl ki ABD, Afganistan savaşını kaybettiği gibi Ukrayna’da da kaybedecek demek yüzeysel bir yaklaşım olacaksa Rusya için de aynı şey geçerli. Kaldı ki SSCB’nin Afganistan savaşını kaybettiği tezi de tartışmalıdır.

Bugün, askeri ve ekonomik olarak SSCB’ye göre çok daha zayıf olsa da, tamamen farklı, dünya ekonomisine entegre olabilme kapasite ve mekanizmalarına sahip ve izole edilmesi imkânsız olan bir Rusya var. Buraya kadar yazdıklarımdan genel durumun kayıtsız şartsız Moskova’nın lehine değişmeye başladığı sonucu çıkmaz. Önümüz belirsizliklerle dolu. Ama bu sadece Rusya için değil herkes için geçerli. Belirsizlikler dönemi artarak ve öngörülemez bir süreç boyunca devam edeceğinden olsa gerek, ABD yeni güvenlik konseptinde önemli değişiklikler yapma ihtiyacı hissetti.

Washington, henüz netleşmeyen yeni güvenlik konseptinde Asya-Pasifik önceliğini değiştirerek Avrupa güvenliğini ön plana çıkartıyor. Ayrıca bu iki bölgeni güvenliğinin birbiriyle bağlantılı olduğu vurgulanıyor. Her halükarda öncelik Avrupa dolayısıyla da Ortadoğu, Avrasya eksenine kaydı. (Bu anlamda İngiliz yetkililerin son dönemlerde sıklaşan Orta Asya cumhuriyetlerine yaptıkları resmî geziler ve ABD yetkilileri ile Afganistanlı muhalifler arasındaki görüşmeler dikkat çekici.)

MİNİMUM ZARAR MAKSİMUM KÂR

Vesselam içinde yaşadığımız bölge daha uzun bir süre jeopolitik denklemin merkezinde kalmaya devam edecek. Kremlin bu önü açık ‘yeni’ süreçten minimum zarar, maksimum kârla çıkmak için, birtakım yapısal değişikliklere gitmek zorunda. (Bu durum sadece Rusya için değil bütün bölge ülkeleri için geçerli.)

Çünkü var olan yapı içinde birçok sorun barındırıyor. Bu şekliyle gider, Batı ile yaşanan gerginlik kronik bir hal alırsa sonuçları itibarıyla çok yıpratıcı olur. Bu yüzden 2024 seçimlerinde Batı ile ilişkilerde daha ‘esnek’ olacak ve bir anlamda ‘neoperestroyka’ süreci başlatacak birisinin Rusya Lideri Putin’in yerini alabileceği ihtimali yüksek. Bu dış politikada radikal bir değişim olacağı ve kazanımlardan geri adım atılacağı şeklinde okunmamalı. Tam tersi var olan kazanımların korunması için atılabilecek taktiksel bir adımdan bahsediyorum. O gün geldiğinde en azından AB buna dünden razı olacak. Gidişat onu gösteriyor.