Savaş işin süsü

BKM Film’in yapımcılığını üstlendiği, yönetmenliğini Ozan Açıktan’ın yaptığı, Bora Akkaş, Ozan Güven, Meryem Uzerli, Belçim Bilgin ve Okan Yalabık’ın oyuncu kadrosunda yer aldığı, Annemin Yarası filmi, sükseli bir şekilde vizyona giriş yaptı. Ancak bu süksenin içi oldukça boş. Uçsuz bucaksız bir çölde çırpınan değerli oyuncuları görünce içim parçalandı. Tabi ki de parçalanmadı, herkes ne yaptığının farkında sonuçta. Zaten sorun da galiba burada.

KANDIRMACA YOK
Savaş, tarihsel bir olay, din çatışmaları, ırkçılık gibi, iddialı konusu olduğunu iddia eden yerli, yabancı filmlerde, içime sinmeyen bir şeyler olunca, kendimce şöyle bir paradigma kullanırım. Hikâyeden, savaşı ve içine yerleştirilen tarihsel boyutu çıkarır geriye kalan hikâyeye bakarım. Ardından geriye kalan hikâyeyi çıkarıp, işin savaş, tarihsel anlamdaki ciddi boyutlarına bakarım. Tüm bu toplama çıkarmadan geriye, elde ne kalırsa cevap ortaya çıkar. Annemin Yarası filminden Bosna Savaşı’nı ve bu savaşın tarihi boyutunu çıkartınca geriye basit bir arabesk dram kalıyor. Bu arabesk dram örgüsünü çıkarınca ise kelimenin tek anlamıyla hiçbir şey kalmıyor. Ee, o zaman neden Bosna Savaşı eklendi hikâyeye? Veya neden savaş sonrası bir dönemdeyiz? Bu savaşla ilgili bir şey mi söyleniyor? Bir karakterin iç dünyasını mı aydınlatıyor? Savaşın etkilerini mi sorguluyor? Hayır. Bence tek bir nedeni var, ezbercilik ve süsleme. Belki biraz da yurtdışına oynama. Sonuçta, Annemin Yarası, hikâyesini çok kısa zamanda tüketiyor ve bir buçuk saat boyunca seyirciye ‘o an’ı, ‘yüzleşme’yi bekletiyor. Aynı dizi filmlerde yaptıkları gibi. Savaş, tecavüz, adalet, hesaplaşma, politika, ırk, geçmiş, gelecek bağlamında insanla uğraşıyorsa bir film en azından bir noktada bir şey söylemeli.

***

Aynı Roma aynı aşk

Roma’da Aşk Başkadır (All Roads Lead Rome) Toscana’da geçen romantik komedi klişeleriyle dolu bir film. İsveçli yönetmen müthiş bir coğrafyaya, Sarah Jessica Parker gibi göz dolduran bir isme sahip olmasına rağmen kendi kendinden bile sıkılan bir film ortaya çıkarmış. Tebrik etmek gerekir.

İtalya dediler geldik
Amerikan sinemasının romantik komedilerde, Paris ve İtalya’ya yükledikleri özgürlükçü, bohem ve aşk kokan anlamlar, ne yazık ki artık filmin güçlü bir hikâyesi olmayınca bir işe yaramıyor. Güzel manzaralar bile anlamsızlaşıyor. Ve özellikle komedi ögesi gibi romantize edilen İtalya portresi bence kotasını doldurdu. Sex and the City ile büyüyen eğlenceli bir arkadaş grubunun parçası olduğum için Sarah Jessica Parker’ı çok seviyorum. Bu kadar boş ve öngörülür bir filmde oynaması tam bir hayal kırıklığı. Hele ki filmin bir yerinde ergen kızı Summer’a dövme karşıtı söylediği anlamsız şeylerden sonra bende film koptu, hatta ben filmden koptum. Bir yandan gazete okuyarak, yemek yaparak, arkadaşla sohbet ederek izlenebilecek bir film. Kısacası zaman kaybı.


***

Fantastik soap opera

Açlık Oyunları serisini sağ salim uğurladıktan sonra sıra yavaş yavaş “Uyumsuz” serisine geldi. Son kitabı ikiye bölme modasına uyan bu serinin üçüncü filmi “Uyumsuz: Yandaş” (The Divergent Series: Allegiant) bana göre serinin en iyi filmi. Çünkü merak uyandırdığı anlar oluyor. Her şeyden önce bir duvar içinde sıkışmış kahramanlar bu duvarı aşıyorlar. Bu duvar aşılınca ortaya çıkan yeni karakterler, yeni teknik unsurlar, yeni tasarımlar ilgi çekici oluyor... Genç-yetişkin romanlardan uyarlanan, daha ziyade genç izleyiciye yönelik olan bu filmlerdeki distopik dünyalarda yaşayan genç kahramanların derdi nedir genelde tam olarak anlaşılmaz. Çünkü hikâyeler soap-oprea gibi uzun ve hikâyeler zaten fantastik olduğundan her türlü değişebilmekte. Kahramanların çatıştıkları düşman taraf bir zaman sonra, aslında esas düşman ortaya çıkınca, birden müttefik olabiliyor. Ve elbette tüm bunların merkezinde bir aşk hikâyesi oluyor. Seriyi ilgiyle takip eden gençler bu filmden zevk alacaktır.