Sadece benim değil, okuyan herkesin yaşamında önemli bir yeri vardır Pal Sokağı Çocukları’nın, eminim. Dünyanın en muhteşem çocuk kitaplarındandır bence. Buna rağmen, bir yere giderken (şu ünlü mü ünlü ıssız adaya örneğin) bana hangi kitapları yanıma alacağımı sorsalar, bu güzel kitap da dahil olmak üzere, bir çırpıda sayabileceğim kitap adı yok doğrusunu isterseniz. Sevmediğim çok ama çok az kitap vardır çünkü. Bu elbette bir meziyet değil. Hatta ayrım yapmadan kitap okuyan biri olduğum için bir küçümsenme nedeni bile olabilir kimilerinin gözünde bu tutumum.

Belki de hiç kimsenin beğenmediği, okuma, okuduğunu anlama yetileri benden çok daha yüksek olanların değersiz bulduğu kitapları da beğenmişimdir. “O kadar çok kitap okudum ki hangisini seçsem” desem, bunda da hiç istemediğim halde bir böbürlenme havası görülecek, farkındayım. Kitaplarımdan herhangi birini seçecek koşullarda hiç olmamayı dilediğimden bu tür soruları sormadım kendime. Sorulduğunda da afalladım doğrusu. Ama aklıma yine de Pal Sokağı Çocukları’nın dışında, ilk gençlik yıllarımda beni çok etkilediği için Wolfgang Borchert’in Bu Salı’sı geliyor.

Bu kitabı okuduğumda ortaokul öğrencisiydim. Kitapta yer alan öyküleri değerlendirebilecek donanımım yoktu o zamanlar. Beni, Borchert’in öğrendiğimde çok üzüldüğüm kısacık yaşamı etkilemişti. Görüşlerinden ötürü hapis yatan, henüz 20 yaşındayken Dünya Savaşı’na katılması için alındığı askerlikte difteri, sarılık gibi hastalıklarla boğuşan, yazdığı Kapıların Dışında adlı oyunu müthiş bir ilgiyle karşılandığı sırada ağır hasta olan, Bu Salı’nın yayınlanışını göremeden, henüz 26 yaşında ölen genç bir yazardı Wolfgang Borchert.

Kamuran Şipal’in olağanüstü güzel çevirdiği, De Yayınları’nın yayınladığı kitapta çok başarılı olduğunu sonradan daha iyi anladığım kısa öyküler vardı. Bunlardan özellikle ikisini, aradan onca yıl geçmesine karşın hiç unutmadım. İlki Saz Benizli Kardeşim adlı öyküydü.

Borchert, ölmüş bir askerin başında bir başka askeri konuşturur. Böyle yapmakla savaşın acımasızlığını, gereksizliğini en yakın tanıklara söyletirken, hiç de yabancısı olmadığımız bazı “insani” zaafları da gösterir. Örneğin, ölen arkadaşının başında duran, arkadaşının ölümünden duyduğu üzüntüyü yaşattığı askere, bir yandan da “bir daha hiç ‘benim saz benizli kardeşim Sarkık Gözkapak’ demezsin bana” dedirtir. Savaşa, getirdiği yıkımlara karşı biridir bunu söyleyen asker ama yine de içinde, kendisine karşı alınan alaycı tavırlardan ötürü var olan, basit de olsa var olan tepkiyi açığa çıkarır. Belki de ben böyle anlamışımdır. Bu tür duygular savaşta da olsa barışta da olsa yeni olmayan, hep var olan (kuşkusuz bastırılması gereken) duygulardır. Bu nedenle, herhalde, Borchert savaşa karşı olmak için ille de melek gibi bir insan tipi çizmez. Onun gerçekçiliği benim açımdan bu nedenle önemlidir. Olumsuzluklarıyla, kompleksleriyle var olan ama savaşa da karşı olan insanların olabileceğini, ölmüş arkadaşının başında konuşturduğu o askerle örnekler.

Diğer öykünün adı Mutfak Saati’ydi. Savaşın bittiğinin ilan edildiği günün ertesinde, parktaki bankta oturanların yanına, genç, ama bir hayli çökmüş biri gelir. Elinde de bir mutfak saati vardır. Savaş sonrası elinde kalan tek eşya olan o saat tam iki buçukta durmuştur. Bombardımandan etkilenip durmuş değildir. En azından genç adam böyle olmadığına inanmaktadır.

İki buçuk, savaştan önce o genç adamın gittiği evinde annesinin onu karşıladığı, yemeğini hazırladığı zaman’dır. Delikanlıyı savaş sonrası sevindiren şey, belki de o zaman’ın donması, yitmemesidir. İki buçukta annesiyledir hep o. Mutlu olduğu anları, yaşadığı o güzel günleri savaş sonrası, iki buçukta durmuş saatte anımsayacaktır. Çünkü savaş öncesi yaşam onun için iki buçukta küçük mutluluklarının kaybolmasıyla durmuştur.

Bu kitaba büyük haksızlık ettiğimi düşünüyorum. Hala kütüphanemde durur. Okunmuş da olsa her kitabın belli bir aradan sonra yeniden okunması gerektiğine inanmama karşın, bu kadar sevdiğim Bu Salı’yı bir daha elime almamışım meğer. Bu iki öyküyü özetlerken, alıp yeniden okumayı da özellikle istemedim. Aklımda nasıl vazgeçilmez bir yer ettiğini anlar da, kendisine karşı gösterdiğim ilgisizliği affeder umuduyla.

Şu sıralar okunacak kitaplardan değildir aslında.

Nereden geldiyse aklıma.