Öyle metafor olarak değil, gerçek anlamda savaş ortamında seçime gidiyoruz. Savaş ve demokrasi bir arada olamayacağından, biri diğerine boyun eğmek zorunda ve ne yazık ki, demokrasi ve sandık savaşın mantığına teslim olmuş görünüyor.

Anayasa Cumhurbaşkanı tarafsız olmalı dese de, bugüne kadar savaşın en önünde gidenlerin, kenara çekilip tarafsız kalmasını beklemek “saflık” olurdu. Ancak sorun Cumhurbaşkanı’nın tutumuyla sınırlı değil; Anayasa Mahkemesi ve Yüksek Seçim Kurulu da Anayasa ve seçim kanunlarının her gün ihlal edilişini “tarafsızlık” içinde seyrediyor. Valilerin, kaymakamların durumu örtülecek gibi değil; kimse de örtmek zahmetine girmiyor zaten!

Savaşın ilk kurbanının gerçeklik olduğunu niçin önce gazetecilerin dile getirdiğini başta TRT olmak üzere iktidar medyasında “haberlere” attırılan taklaları, eklenen fantezileri, mitinglere katılımcı ekleyen “photoshopları” izlerken anlıyorsunuz.

Öte yandan, birkaç gün önce hakikati çat diye halkın önüne koyan Cumhuriyet gazetesinin casusluk, vatana ihanet gibi ithamlarla karşılaşması ve dava edilmesi savaş ortamında kimseyi şaşırtmadı. Nitekim ortaya koydukları gerçekliğin kendisi de savaşa ilişkin.

Ancak Cumhuriyet haberinin iç siyaset açısından önemi yine de ortaya koyduğu gerçeklikte yatmıyor. Dert edilen bu derece stratejik ve gizli belgelerin ele geçirilmesinin iktidar tarafında bir zaafa işaret etmesi. Tıpkı geçen seçime damgasını vuran yolsuzluk soruşturmalarında olduğu gibi!

Fuat Avni vakasının önemi de burada yatıyor. Bu anonim şahsiyeti önemli yapan ve mitleştiren ifşa ettiklerinin doğruluğundan çok, o doğrulara ulaşabiliyor olması! Çünkü savaş ortamında önemli olan yapılan işlerin hukuksuzluğu ya da ahlak dışılığı değil, yapılanın bilgisinin düşman safına sızıyor olması!

Haklı olarak sandığa beş kala sandıkların başına bu savaş ortamında ne geleceği, sandığa girenle çıkanın ne kadar örtüşeceği kaygı yaratıyor. Ancak şu da bir gerçek ki seçmen iradesine müdahale sandıktan çok önce başlıyor.

Uzunca bir süredir seçmenler, yaratılan olağanüstü koşullarda, savaş hissiyatına itilerek oy kullanıyorlar. Savaş saflaşmasını kaynak dağıtım sistemi ile pekiştirdiği ölçüde iktidar, özgür iradeyle tercih yapılmasının önünü büyük ölçüde tıkıyor. Kamu kaynak ve gücünün kontrolden çıkmış ve hukuksuz bir taraflılık içinde kullanılışı da eklendiğinde, seçmenin özgür iradesinin sandığa yansıdığı söylenebilir mi? Demem o ki sandık aşaması bu “büyük aşırmanın” tepesine dikilen tüy!

Ama eğer bu bir savaş durumuysa, ortaya çıkan sonuçtan kazanan kadar kaybeden de sorumlu. Muhalefet açısından kronik hale gelen bu yenilgilerin önemli nedenlerinden biri siyasetin savaş biçimi aldığı bir ortamda, savaşın gerektirdiği türde bir mücadeleyi, çeşitli nedenlerle ver(e)memesi.

Bu çerçevede son dönemde muhalefet cephesinde HDP’nin çıkış yapması hiç rastlantı değil. Savaş ortamında siyasetin nasıl yapılması gerektiği konusundaki deneyimleri, onları diğer partilerin bir adım önüne koyuyor. Esasen Gezi Direnişi (ve devamında örgütlenen Haziran Hareketi) de, siyasetin savaş mantığına oturduğunu görüp ona göre davrandığı için iktidarı derinden rahatsız etmeye devam ediyor.

Yaptığımız değerlendirmeden yola çıkarak savaş ortamında yaklaşan seçimin önemi olmadığını söyleyebilir miyiz? Tam tersine, savaşın en son verildiği cephenin adının seçim sandığı olduğunu farkına varmak durumundayız. Bu seçim sadece sandıktan kimin çıkacağına değil, sandığın geleceğine de ilişkin.

Seçimi sandık kaybediyor olabilir. Sandığa her anlamda sahip çıkma zamanı!