Uzunca bir süredir Türkiye’de işleyen siyasetin savaş biçimini aldığını düşünüyorum; ünlü Prusyalı General Clausewitz “savaş siyasetin başka araçlarla sürdürülmesidir” diyor ya, tam da o anlamda!

2001 yılında Güneydoğu’da Köye Dönüş Projesi kapsamında yüzleri bulan yıkılmış köyü gezerken, ilk defa savaş mantığının sadece ülkeler arasında değil, bazı durumlarda ülke toprakları dediğiniz yerlerde de hâkim hale gelebileceğini düşünmüştüm.

Daha yakın dönemde siyasetin savaş halini alışında Gezi önemli bir kırılma noktası oldu; devletin kamusal alanlara yönelik mülksüzleştirme uygulamalarına toplum tepki gösterdiğinde, Türkiye kentlerinin kamusal mekânları hızla toplumun belli aralıklarla genç ölülerini topladığı savaş meydanlarına dönüştüler.

Gezi AKP’nin solla hesaplaşması olarak görülebilir. Ancak ilerleyen günlerde gördük ki iktidarın hesaplaşma içinde olduğu başka cepheler de var. 17-25 Aralık Soruşturmaları AKP ile Cemaat arasındaki iç hesaplaşmanın savaşa dönüştüğünü ilan etse de, asıl meydan muharebesi 15 Temmuz gecesi başta Ankara olmak üzere büyük kentlerde yaşandı.

Üçüncü bir cephenin ise Kürtlerle yürütülen Çözüm Süreci’nin çöküşü ile açıldığını söyleyebiliriz; bu cephede de “hendek siyaseti” adı altında savaş sahnelerinin yaşanışına, Güneydoğu’nun birçok kentinin tahrip edilişine; Kürt siyasetçilerin ve belediye başkanlarının tutuklanışına şahit olduk.

Solun bu savaş ortamında yapacağı siyaset savaş reddiyesidir.

15 Temmuz sonrası dönemde, ilan edilen OHAL aslında “siyasetin savaş haline gelişinin” açık kabulü oldu. Diğer bir anlatımla, OHAL ile birlikte, sivil siyaset, gerekli “hukuki” araçlar da sağlanarak, bütünüyle askeri mantığa teslim edildi.

Bu durumun sadece iç siyasete sınırlı kalmadığı da ortada. Geçtiğimiz dönemde adım adım, dışarıda da diplomasinin yerini savaşa bırakışına şahit olduk. Suriye siyaseti Türkiye’nin parçası haline geldiği bir savaşa dönüştü. Türkiye yıllar önce Irak üzerinden girmediği bir savaş ortamına yakın zamanda Suriye üzerinden girdi. Zaman zaman Irak denklemini de içine alan bu çatışma ortamının Türkiye açısından karmaşık bir hal aldığını her gün biraz daha derinden görüyoruz.

Bu noktada iç ve dış siyaset ayrımının çöktüğünü de görmek durumundayız. Yani Türkiye içerde bir toplumsal çatışma yaşarken, rastlantısal biçimde dışarıda da sıcak bir savaşın içine çekilmiyor. Tam tersine içeride ve dışarıda vuku bulan savaş, karmaşık ve tek bir gerçekliğin parçası olarak karşımıza çıkıyor.

Bu durum için iyi bir örnek, Rus Elçisi Karlov’un Ankara’da düzenlenen bir suikast sonucu öldürülmesi. Şimdi başta Ruslar olmak üzere, herkesin merak ettiği soru Karlov’u kimin öldürdüğü! İki aday var; El Nusra ve FETÖ. Dramatik olan şu; eğer eylemin arkasında El Nusra varsa, bu durumdan AKP büyük zarar görecek. Eylemcinin FETÖ ile bağlantısı gösterilirse, o zaman, gözler Cemaat yanında ABD’ye dönecek.

Kürt cephesinde de süren savaş açısından da, iç-dış ayrımının anlamsızlığını gösteren benzer göstergeler var. Ankara, İstanbul, Kayseri’de askeri olduğu kadar sivil nüfusu da hedefleyen bombalama eylemlerinin arkasında, ne kadar TAK’a havale edilirse edilsin, PKK parmağı olduğu biliniyor. Gerçek askeri ve siyasi güç olarak PKK’nın, Kürt sorunu konusunda öncelikli çözümü belli bir süredir Suriye-Irak topraklarında gördüğünü ve tam da bu nedenle HDP’yi de önemli ölçüde feda ettiğini düşünmek için iyi nedenler var.

Geriye Türkiye solu kalıyor. Diğer kesimlerin tersine, Türkiye solunun askeri bir stratejisi yok. Bunu Gezi direnişinde de gördük. Bugün gelinen noktada AKP iktidarı ne derece sertleşirse sertleşsin, sol açısından şiddet siyasetin bir parçası olmayacak; solun buna ne niyeti, ne de bu yönde bir kapasitesi var.

Solun bu savaş ortamında yapacağı siyaset savaş reddiyesidir; referandum sürecinde AKP karşısında verilecek mücadelenin merkezinde tam da bu savaş stratejisinin reddi ve sivil siyaset arayışı yer alacaktır.

CHP’de dâhil olmak üzere sol siyasetin, kendi toplumsal tabanını harekete geçirme yanında, geçtiğimiz dönemde muhafazakârlar ve Kürt cephesinde savaş siyasetinden zarar gören tüm kesimleri kapsayacak geniş tabanlı ancak sol omurgalı bir strateji ve söylemi öne çıkardığı ölçüde, savaşı ve onu siyaset haline getiren anlayışı yenme şansı olacaktır.