26 Şubat Çarşamba günü, toplam 339 vekili bulunan AKP-MHP ittifakı, TBMM’de 180 vekil bulunduramadığı için genel kurul saat 16.00’da kapandı. 27 Şubat Perşembe akşamı ise, yine CHP’nin istemi üzerine saat 21.00 sularında sayım için salona giren çoğu vekil, oturma gereği bile duymadan kapılara yakın masalarda elektronik sayıma katılarak, yeter sayı kılpayı sağlanınca salondan ayrıldı. Bu “yasama ahlakı sorunu” ardından İdlib’den acı haberler gelmeye başladı.

TBMM’nin 8 Ekim 2019 tarih ve 1231 sayılı kararıyla İdlib’e sevkedilen askerlerimizin kıyımı ardından CHP’nin 28.02.20’de olağanüstü toplantı çağrısını TBMM Başkanı, 3 Mart 2020 günlü toplantıyı işaret ederek reddetti. Oysa bu konuda bir takdir yetkisi yok: Meclis Başkanı, “üyelerin beşte birinin yazılı istemi üzerine, Meclisi toplantıya çağırır” . (Any., md.93/3).

Çağırma nedeni de belli: TBMM’nin, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi üzerine Cumhurbaşkanı’na verdiği yetkinin kullanım tarzı ve sonuçları.

Olağanüstü toplantı reddedildi; ama 3 Mart Salı TBMM toplantısı için kapalı oturum kararı alındı. Çelişki şurada: eğer olağanüstü toplantı gerekli değilse, neden kapalı oturum yapıldı?

Suriye tezkeresi, kullanım tarzını ve konunun anayasal çerçevesi nedir?

SORUNLU BİR TBMM KARARI

İdlib’e asker gönderme yetkisi veren 1231 no.lu TBMM kararı (8.10.19) iki amaca yönelik: “Terör ile Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü bozmaya ve sahada gayrimeşru oldu bittiler oluşturmaya yönelik, milli güvenliğimize tehlike oluşturabilecek her türlü risk, tehdit ve eyleme karşı, uluslararası hukuktan doğan haklarımız doğrultusunda gerekli önlemlerin alınması”.

LİBYA TEZKERESİ

Buna karşılık, üç ay sonraki TBMM’nin 1238 sayı ve 02.01.2020 ta. Kararı, tamamen başka bir bağlamda: “Hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca Takdir ve tayin olunacak şekilde, Türk silahlı kuvvetlerinin gerektiği takdirde gönderilmesi…”.

Haliyle, CHP’nin bu kez red oyu verdiği Libya’ya asker gönderme olanağı tanıyan karar, Suriye’ye asker gönderme gerekçesini zayıflattı.

“SAVAŞ”, TBMM YETKİSİ

Bakanlar kurulu ve hükümet bulunmadığından Suriye’ye asker gönderme konusunda CB’ye çok geniş, belirsiz ve muğlak takdir yetkisi tanıyan TBMM kararı doğrultusunda İdlib’e asker gönderilmesi ardından, Cumhurbaşkanı, “Ben buna savaş diyorum” dedi. Oysa savaş yetkisi TBMM’ye ait olup, CB’ye tanınan yetki, sadece “Türk silahlı kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi” idi.

Savaş nitelemesi, amacı aşan Anayasa dışı fiili bir durum olup, Suriye tezkeresinin sakıncalarını gözler önüne serdi. İdlib’de şehit sayısı 50’yi çoktan aştı.

CUMHURBAŞKANI SORUMLULUĞU

Milli güvenliğin sağlanmasından ve Silahlı Kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne karşı, Cumhurbaşkanı sorumludur.” (Any., md.117).

CB’nin sorumluluğunun ilk adımı, “milli güvenlik” gerekçesi ile kendisine yabancı ülkeye asker gönderme yetkisi veren TBMM önünde bilgilendirme yapmak. Ne var ki, bu açık sorumluluk ilkesine rağmen, CB, TBMM’ye sadece atanmışları gönderdi; millet temsilcilerine bilgi verme gereği bile duymadı. Oysa, olası bir “göreviyle ilgili suçlardan dolayı” yargılanması için Yüce Divana sevk kararı TBMM yetkisinde.

İKİ ANA ÇELİŞKİ VE SORU

Biri iç, diğeri dış olmak üzere iki çelişkiye değinmekle yetineceğim:

Devlet’ten çok Parti yönetimine öncelik veren CB’nin eylem, işlem ve söylemleri, 2017 Anayasa değişikliğinin çelişkilerini ve sürdürülebilir olmadığını her gün daha çok açığa vuruyor.

İdlib’de savaşın rejime karşı verildiği sürekli yineleniyor: AKP hükümetleri, Saddam’ın düşürülmesi ve Kaddafi’nin katledilmesi için de uluslararası güçlere destek verdi. İran ve Rusya desteğine karşın Esad’ı düşürmekle Suriye’de bütünlük mü sağlanacak yoksa Irak ve Libya benzeri daha derin bir kaosa mı sürüklenecek ülke? Türkiye’ye hangi bedeller pahasına?