Solun tutumu ne olacak? Ne olmalı? Her şeyden önce sol barışın ikirciksiz savunucusudur. Ama barışı tutarlılıkla savunabilmek için somut durumun gerçekçi bir analizini yapmak da zorunludur.

Savaş suçtur, kazananı yoktur…

Rusya ile Ukrayna arasında Batı’nın nedense hasretle beklediği savaş başladı sonunda. Savaşa karşı barışı savunmak hep zor olmuştur. Yalnızca savaşların arasına sıkışan barış zamanları insanların umutlu olmasına imkân tanımıştır. Aslında tarih savaşların tarihidir. Kökeninde ülkelerin, ülkeye hâkim olan iktidarların, kralların, padişahların hükümranlık alanlarını genişletme hevesi, niyeti, çabası vardır. Sonra imparatorlukların egemenlik alanları gittikçe genişler, yayılmacılık kıtalara, kıtalar ötesine uzanır. Kapitalizmle birlikte ülke içinde savaşlara son verecek ütopyayı hedefleyen sınıf savaşları boy gösterirken, sömürüden payını sınır tanımadan genişletme eğilimi güçlenir; emperyalist devletler ortaya çıkar. Emperyalist devletler bir yandan sömürgelerini genişletir bunun için savaş araçlarını güçlendirirken, kendi aralarında da kapışamaya başlarlar. Halklara ait olması gereken zenginlikleri sınıfları adına sahiplenmek için kapışırlar. Bu nedenle kendi aralarındaki bu çıkar savaşlarına aynı zamanda paylaşım savaşları denilmiştir.


İkinci büyük paylaşım savaşında Avrupa’nın tüm ülkeleri Nazi çılgınlığına boyun eğdiler. Sonunda Nazileri kahredici bir savaşla püskürten Sovyet ülkesiyle işbirliği yapmak zorunda kaldılar. Milyonları aşan kayıplarla, Sovyetler olmasa kazanılamayacak savaşın “muzafferleri” olarak ama Sovyet ülkesine diş bileyerek, geçici saydıkları yeni uluslararası düzene evet demek zorunda kaldılar. Bundan sonrası eski emperyalist heveslerin yeniden hortlaması için harekete geçmeleri ile anılır tarihte. Soğuk Savaş adını verdikleri yeni dönemde tüm güçleri ile Sovyet ülkesini kuşatmak için çaba harcadılar. Bu dönemin güçlü askeri örgütü Türkiye’nin de 1952’de üye olduğu NATO’dur. ABD liderliğinde NATO ülkelerinin nükleer silahlarla pekiştirdiği askeri güç karşısında, kaynaklarını sosyalizm için harcaması gereken Sovyet ülkesi, bütçesinin önemli bir kısmını silahlanmaya ve nükleer güç dengesini sağlamaya ayırmak zorunda kaldı. Sovyetler Birliği’nin dağılmasında, yıkılmasında kuşkusuz başka faktörler de var ama bu olgunun payı büyüktür.

Tek kutuplu dünya hevesi

Sonunda Sovyetler Birliği yıkıldı, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulmuş sosyalist ülkeler ve onların askeri örgütü Varşova Paktı da sona erdi. Emperyalist ABD’nin ve Batı’nın “tarihin sonu, kapitalizmin mutlak zaferi” ilan ettiği dönem böyle başladı. Onlara bakılırsa dünya artık tek kutupluydu. SSCB ve öteki sosyalist ülkeler tek tek kapitalist dünyanın parçası haline gelmişlerdi. SSCB’yi oluşturan Birlik ülkelerinin önemli bir kısmı da yeni Rus Federasyonu’ndan ayrılmayı seçtiklerine göre tek kutuplu dünya da emperyalistlerin istedikleri gibi at oynatabilecekleri bir dünya olmuştu. ABD’nin pervasızca, Avrupa’nın da kimi zaman gönüllü kimi zaman metazori destek verdiği saldırılara o yıllarda tanık olduk. Irak, Suriye, Libya ve diğerleri emperyalistlerin doğrudan ya da dolaylı saldırılarına uğradı.

Bir süre sonra tek kutuplu dünyanın gerçeği yansıtmadığı ortaya çıktı. Sosyalist dünya yıkılmış dağılmıştı ama ülkeler yerli yerinde duruyordu. Üstelik artık sosyalizm gibi bir hedefleri olmayan bu ülkeler tıpkı öteki kapitalist ülkeler gibi çıkarlarını koruma, pay alma arzusundaydılar. Sovyetler Birliği’nin yerine geçen Rusya Federasyonu da küçümsenecek bir güç olmadığını kısa sürede gösterdi. Kurtlar sofrasında dişleri keskin bir kurt olmak için çaba harcadı. Kaynaklarını halkın refahı için değil, uluslararası bir güç olabilmek için kullandı. Enerji kaynaklarını özellikle pipeline boru hatlarıyla doğalgaz satışıyla kimi Batı ülkelerini kendine bağlamayı ya da onların elini kolunu bağlamayı başardı.

Kuşatma stratejisi

Rusya - Ukrayna savaşı aslında ABD güdümündeki NATO ile Rusya’nın savaşıdır. Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı dağıldıktan sonra Batı’ya katılan ülkelerle (Polonya, Çekya, Slovakya, Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovenya, Arnavutluk, Hırvatistan, Karadağ ve Kuzey Makedonya) genişleyen NATO, böylece Rusya’yı kuşatmış oldu. NATO, Ukrayna’yı da genişleme kapsamına almanın ve üyeliği gündeme getirmenin sonuçlarını hesaplayamadı. Ekonomik ve askeri olarak yeteri kadar güç topladığına inanan Putin’in bu gidişe dur diyeceğini anlayamadı. Kırım’ın işgal edilerek yeniden Rusya egemenliğine geçmesi Batı’nın da kınama ötesinde herhangi bir adım atamaması Putin için “devamını getirebilirsin” işareti gibiydi. Ukrayna sınırları içindeki Rus nüfusun çoğunluk olduğu bölgelerin kopması ya da kopartılması ile Rusya NATO’nun kuşatma stratejisine yanıt vermiş oldu. Şimdi Rusya batının silahlı bir müdahalesi ile karşılaşmayacağını artık biliyor. Bilinen ABD ve AB ülkelerinin yaptırımlar yoluyla Rusya’yı frenleme yolunu deneyecekleridir. Bunun pek işe yaramayacağı, yaptırımların özellikle Avrupa’ya da büyük zarar vereceğini ve sürdürülebilir olmadığını herkes biliyor.

Türkiye ne yapacak?

NATO üyesi Türkiye’nin kimilerince stratejik bir başarı olarak gösterilen “çok yönlü politika” olarak tanıtılan dış politikası Ukrayna’nın işgalinden sonra nasıl gelişeceği bilinmeyen bir politikasızlığa dönüşmek üzere. ABD ile ilişkilerin eski zamanlardaki gibi olmadığını biliyoruz. Rusya ile ilişkileri geliştirmek amacıyla alınmış S-400 füze sisteminin NATO’da öfke yarattığı, ABD’nin Türkiye’yi yaptırımlar uygulamakla tehdit ettiği, kimi yaptırımları başlattığını da biliyoruz. NATO Türkiye’ye bu nedenle “güvenilmez üye” olarak bakıyor. Rusya ile de inişli çıkışlı ilişkilerin pek iyi gitmediği de Putin’in nobran tavırlarından anlaşılıyor. Türkiye’nin arabuluculuk teklifi kabul görmedi. Zaten artık anlamı da kalmadı. Rusya’nın amacının Ukrayna’nın NATO üyesi olma planını engellemek, -ki bu amaç artık gerçekleşmiştir; Zelenski’yi iktidardan uzaklaştırmak, Ukrayna devletinin varlığını tanımak ama yüzü Batı’ya değil Rusya’ya dönük bir yönetimin iktidarı almasını sağlamak olduğu anlaşıldı. Bu nedenle de NATO’nun ve Türkiye’nin Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü savunma tezi de kısa bir süre sonra anlamını yitirecektir.

Türkiye ne yapabilir? Öncelikle NATO ile ilişkileri gözden geçirmek zorunluluktur. Türkiye’de iktidarın da, iktidara geleceğini güvenle söyleyen partilerin de NATO’dan çıkmak gibi radikal bir adımı atmaya cesaret edemeyecekleri, böyle bir siyasi vizyona sahip olmadıkları ortadadır. Ama Batı’nın kışkırtacağı yeni “soğuk savaş” koşulları, herkese elma şekeri dağıtan politikalara hayat hakkı tanımayacaktır. Bu nedenle de eski politikaların gözden geçirilmesi zorunlu olacak; bunun için barışı temel ilke edinen, biriyle ilişkiyi ötekini hizaya getirmek, bu yöntemi partnerleri sık sık değiştirerek uygulamak gibi kimseyi ikna etmeyecek “yöntemlerden” kaçınmak gerekecektir. Bu yapılamazsa Türkiye yeni soğuk savaşın rüzgarlarında oradan oraya savrulan bir ülke olacaktır.

***

Peki, bu koşullarda solun tutumu ne olacak? Ne olmalı? Her şeyden önce sol barışın ikirciksiz savunucusudur. Ama barışı tutarlılıkla savunabilmek için somut durumun gerçekçi bir analizini yapmak da zorunludur. Barışın zedelendiği, ortadan kalktığı ya da bu tür bir tehlikenin belirdiği koşullarda kitleleri harekete geçirmek barışı savunmanın biricik yoludur. Yalnızca “barış istiyoruz, kahrolsun savaş” demek pek bir işe yaramaz. Sol somut durumu soğukkanlılıkla tahlil etmek, milliyetçilik tuzağına düşmeden, cesaretle tutarlı politikaları savunmak, medyaya hâkim olan demagoji ve yalanları deşifre etmek durumundadır.

Bunu yapabildiğimiz ölçüde savaş kışkırtıcılarını geriletebilir, ölüme karşı yaşamı savunabiliriz.