İktidar, Suriye konusunda bu kadar “rahat” konuşabiliyorsa, “siyasallaşmış tabanını” çok iyi tanıdığından bunu yapabiliyor. Çünkü o taban da dünden beri Suriye konusunda “din adına” taraf zaten. İktidarın harcadıkça tüketemeyeceği Suriye politikasının kaynağında da bu taban ve yaşanan bir “Müslüman Kardeşler” tarihi var

Savaş uçaklarında vicdan taşıyanlar ve Suriye

Aydın Tonga

Nüfusunun çoğunluğu Hristiyanlardan oluşan üç ülke geçtiğimiz günlerde Suriye’ye saldırdı. Bombalara hedef olan Müslüman bir ülke olsa da Suudi Arabistan ve Türkiye bu saldırıya destek verdi. Dahası Dış İşleri Bakanlığı yaptığı açıklama ile bu saldırının “vicdanlara tercüman olduğunu” ifade etti. Böylelikle Erdoğan’ın birkaç ay önce “12 bin kilometre mesafeden buraya niye gelinir? sorusunun cevabını da almış olduk: Vicdanlara ses olmak için.! Sahi öyle mi?
Ne diyorduk. “Vicdanın sesi” olan bombaları sormuştuk, devam edelim o vakit. Esad bir gecede Esed olup, ülkenin bütün yanlışları onun üzerine yüklenince ve dahi “Esed” bütün kötülüklerin “ilahı” mertebesine yükseltilince, havadan yağan bombaları savaşın değil barışın, işgalin değil yardımın ve elbet kötülüğün değil vicdanın temsilcileri olarak görür ya da öyle görülmesini istersiniz.

İyi ama Suriye ne ara bu kadar hedef haline geldi, düşman kampında hangi ara ipi göğüsledi? Öncelikle şunu ifade edelim ki, “Siyasal İslam”cıların Suriye ile olan kavgası bugünle sınırlı değildir. Onların baba Esad’dan beri Suriye’de murad ettikleri bir rejim vardır. O da “İslam Devleti” rejimidir. Suriye’de saklı tutulan asıl gerçeklikte budur. Buna rağmen Müslüman Kardeşler siyasal İslamcı yayın organlarında hep “özgürlük mücadelesi” veren bir örgüt olarak tanıtılır. Oysa o örgüt “özgürlük mücadelesi” değil, İslami Devleti mücadelesi vermektedir. Seyyid Kutub’lardan Hasan el Benna’lara kadar örgütün açıklamaları ortadadır. Örneğin Kutub’a göre “Allah’ın hükmü ile karar vermeyenler kendilerini ilah yerine koyan kafirlerdir. Bu kafirlere karşı verilecek mücadele de yalnızca tebliğle olmayacaktır.”

Suriye tarihi de bugünü anlatır aslında. Misal 1973 yılında kabul edilen Suriye Anayasasına göre, ülkenin yönetim biçimi “Sosyalist halk demokrasisi” olarak kabul edilir. Lakin “bu laik Anayasa’ya Müslüman Kardeşler ve güdümlü çevreleri karşı çıkar” devletin dinini ortaya koyan bir madde isterler. Talep kabul görmez, baba Esad bunun yerine devlet başkanın Müslüman olmasını şart koşan bir madde ekletir. Buna rağmen isyan ve tepkiler dinmez; amaç bakidir çünkü, İslam Devleti talebi vazgeçilmezdir. Geldiğimiz nokta işte bu özet tarihin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Suriye’de sözüm ona “özgürlük mücadelesi” verenlerin kimliklerinin arkasında da bu zihniyet yatar işte.

Suriye’de savaşan örgütlerden bazıları şunlar: IŞİD, El Nusra, Hak Tugayı, Tevhid Ordusu, İslami Öncü Grup, İslam Şafağı Hareketi, İman Savaşçıları Taburları, Ahraru’ş Şam Taburları, İslam Öncüleri Grubu, İslam Şafağı Hareketi. Yalnızca isimleri dahi bu örgütlerin amacı hakkında bilgi vermiyor mu bize? “Demokrasi, hürriyet” kavgası değil onların mücadelesi, dahası bu kavramlarla anılmak bile zuldür onlar için. Müslüman Kardeşler’in tutuşturduğu ateşi yangına çevirmek için Suriye’de bulunuyor bu örgütler. Ol dem iktidar, bütün bunlara rağmen Suriye konusunda bu kadar “rahat” konuşabiliyorsa, “siyasallaşmış tabanını” çok iyi tanıdığından bunu yapabiliyor. Çünkü o taban da dünden beri Suriye konusunda “din adına” taraf zaten. İktidarın harcadıkça tüketemeyeceği Suriye politikasının kaynağında da bu taban ve yaşanan bir “Müslüman Kardeşler” tarihi var.

O tabana dair bir anekdotla devam etmek istiyorum. Geçtiğimiz günlerde bir tarikat müridiyle sohbet ederken o kişi bana şunu söyledi: “Esed, Yezid soyundan biri, yaptığı zulümlerin arkasında da bu var.” Bu bilgiyi de kendisine bir tarikat ağabeyi söylemiş. Oysa Esad şahsında dile getirilen propagandalardan biri de onun Nusayri (Arap Alevisi) inancına sahip olduğu için mezhepçilik yaptığı suçlaması idi. Yani Esad, Yezid soyundan olmak bir yana o soyun katlettiği insanlara bağlılığı ile görünür kılınan biriydi. Fakat tarikat silsilesinde ehl-i beyt olunca, onlar için Esad’a vurulacak yafta da açıktı: Yezid soyu.

Diğer taraftan tek başına dünyanın üçte biri kadar silah harcaması yapan, nükleer bombaya sahip ülkeler listesinde başı çeken, Vietnam, Irak, Afganistan siciliyle işgal konusundaki rüştünü de ispat eden ABD’nin Suriye’yle olan savaşı da hiç rahatsız etmiyor “dini bütün” kardeşlerimizi. Oysa o Amerika geçmişten bugüne Suriye’deki Amerikan karşıtlığından rahatsızdı ve Suriye’deki iktidardan kurtulmak istediğini 1950’li yıllardan itibaren her platformda ifade ediyordu. Ortadoğu dengeleri, Suriye’nin Sovyetler yanlısı olması, enerji kaynakları gibi konular Baas iktidarının yıkılması için yeterli bir sebepti. CIA’nin Suriye’de yapmak istediği darbeler, bu süreçte Müslüman Kardeşler örgütüne verilen destek bu tarihin tozlu raflarında durmaktadır hala.

Tozlu raflarda duran bir diğer hakikat ise Suriye’nin Filistin’e olan desteğidir. Zira Filistin’e ve orada yürütülen mücadeleye hep omuz verdi Suriye, hep yan yana oldu onlarla. Bundan dolayı da İsrail’in ve ABD’nin hedefi olmaktan da kurtulamadı. Nitekim Colin Powell, 2003 yılında Beşar Esad’la yaptığı görüşmede en çok bu duruma dikkat çekmişti. “Filistin mücadelesine destek vermeyin ve Irak’ta yanımızda olun diyordu” Her iki talep de kabul görmedi elbet. Sonuç mu; Wikileaks belgelerine göre Suriye’deki “muhalif güçler” 2006 yılından itibaren ABD tarafından desteklenmiş ve bu destek filli işgalin başladığı 2011 yılına kadar sürmüştü. Sonrası malum zaten.

Suriye’de demokrasi, seçim sistemi, insan hakları sorunu yok mu peki? Elbette var. Ve fakat hanedanlıklarla yönetilen ülkelerle iş tutup, dünyayı silaha boğanların harcı mıdır Suriye’den şikâyet etmek! Tam da böyle belki. Yani, siz bir kalemde hanedanın kasasından 350 milyar dolar alıyor ve karşılığında silah satıyorsanız, bu anlaşmadaki Suriye’ye düşen payı da “insan hakları” üzerinden kesmeniz gerekir, yoksa bu devran sürmez, oluru yok hani.

Büyük Ozan Mahzuni Şerif bir türküsünde şöyle der: “Bizimdir erenler bu yüce dağlar, Bizimdir erenler üzümlü bağlar, İşine gelmiyor ondan softalar, Onun için bu kafirdir der bana bana” Ruhu şad olsun. Şimdilerde çok daha ihtiyaç duyuyoruz ona. Çünkü tarih bir kez daha savaş uçaklarında yitirdiği vicdanını arıyor.