Medyaya yansıyan ilk sinyal bir hafta önce geldi. Iğdır-Kars karayolunda bir minibüs aydınlatma direğine çarpıp alev aldı. O çarpmanın etkisiyle yola savrulanları bir başka minibüs ezdi. 17 insan öldü, 36’sı yaralandı. Bu kadar ölü ve yaralı 14 yolcu kapasiteli bir minibüsten çıktı! 14 kişilik bir minibüs 50’den fazla yolcu taşıyordu!

Başka hiçbir şeyi değilse bile, 50’den fazla insanın 14 kişilik bir minibüse tıkışmaya razı olmalarına yol açan koşulları düşünün!

Olay yerinde incelemelerde bulunan, yanmış ve ezilmiş bedenleri gören Vali; “Elim bir mülteci, göçmen trajedisi ile karşılaştık” dedi.

Çoğu Afgan, diğerleri de Pakistanlı ve İranlı olan o minibüsün zorunlu yolcuları, İran’da insanlık dışı koşullarda çalışarak biriktirdikleri paraları insan kaçakçılarına vermiş, onların denetiminde dağları aşıp tabanları şişene kadar günlerce yürümüş ve Doğu sınırlarından Türkiye’ye girmişlerdi.

Bir haftadır televizyonlar ve gazeteler günlerce yürüyerek İran’dan Türkiye’ye giren; güçlükle ulaştıkları Van’dan, Iğdır’dan, Ağrı’dan, Hakkâri’den, Erzurum’dan kaçakçıların kendilerini tıkış tıkış doldurdukları kamyon ya da minibüslerle, hayallerinde bir Avrupa ülkesi, İstanbul’a kapağı atmaya çalışan Afganların hikâyesini anlatıyor.

2018’in ilk verileri Türkiye’nin İran’dan gelen bir Afgan göçmen dalgasıyla karşı karşıya olduğuna işaret ediyor.

Anlaşılan, alınan bütün önlemlere karşın günde yaklaşık 500 Afgan İran’dan çıkıp Türkiye’ye giriş yapıyorlar. 26 Mart-1 Nisan arasındaki bir haftada Doğu sınırlarından Türkiye’ye girdikten sonra/girerken yakalanan Afganların sayısı 2 bin 530 olmuş.

Göç İdaresi’nin 2018’in ilk üç ayına ait rakamları 50 bine yakın yasadışı göçmenin yakalandığını söylüyor. Bunlar “yakalananlar”! 17 bin 847 kişi ile Afganlar ilk sırada ve onları 9 bin 426 kişi ile Suriyeliler, 5 bin 311 kişi ile Pakistanlılar ve 4 bin 270 kişi ile Iraklılar izliyor.

Erzurum’daki Geri Gönderme Merkezi kapasitesinin üstünde dolu ve yakalanan kaçak göçmenler Ankara ve İstanbul dışındaki illere gönderilmeye çalışılıyor. Onların hedefinde ise İstanbul var.

İstanbul’a ulaşabilirlerse, yine kaçakçıların ayarladığı evlerde, 30-40 kişi bir arada kalarak, kaçakçıların zoruyla hırsızlıktan dilenciliğe her türden işi yapıp onlara “otel parası” ödeyerek, kadınlar fuhşa zorlanarak, kendilerini bir Avrupa ülkesine ulaştırmaları için kaçakçılara ödeyecekleri parayı biriktirmeye çalışacaklar!

İnsan nasıl ve neden böylesi bir yolculuğu göze alır? Afganlar onlarca yıldır ülkelerini ve kendilerini perişan eden savaştan, Taliban’dan kaçıyorlar. Şii Hazaralar ilk durak olarak İran’ı seçiyorlar. En azından Taliban zulmü, savaş, kör kurşunda vurulup ölmek yok. Ve belki, Afganistan’da ayda 25 dolarla hayata tutunmaya çalışırken İran’da bunun on mislini kazanma umudu var.

Ülkelerindeki savaş ve yoksulluktan kaçan 3 milyon Afgan var İran’da ve bunların 900 bin kadarı resmi belgelere sahip. Suriye’deki savaş süresince, oturma izni ve ayda 800 dolar gibi “göz kamaştırıcı” bir maaş karşılığı savaşmaya zorlananlar olduğu konuşuldu hep. İran, Şii Afganların Suriye’ye zorla gönderildiklerini yalanlayıp, gönüllü gittiklerini söyledi.

Dün, Putin, Ruhani ve ErdoğanSuriye’deki savaşın nasıl biteceğini konuştular! ErdoğanSuriye’nin geleceğinde YPG’nin yeri yok derken, Putin YPG sorusunu geçiştirip; “Kürt halkı, Suriye’nin geleceğinde yer alma hakkına sahip. … Siyasi süreçte kimlerin yer alacağına Suriye halkı bizzat karar verecek” dedi. Suriye’de bir çözüm için en anlaşmış görünenlerin anlaşmadıkları çok şey var.

Keşke halklar kendi geleceklerine kendileri karar verse, keşke savaşlar bitse.

Savaşlar sürdükçe, o savaşlardan kaçan, ölmedikleri için kendini “şanslı” sayan insanların oradan oraya savruluşları, tabanları su toplayana kadar yürüyüşleri, kaçakçıların elinde dilenci fahişe oluşları, merdiven altlarında ucuz emek olarak sömürülüşleri sürecek…

Ulaşmayı hayal ettikleri ülke yolunda bir dağ başında, yanan bir minibüs içinde, bir denizin ya da nehrin sularında ölüp gidişleri de!