Dünya genelinde göçmen düşmanlığı yayılırken yerlerinden edilenlerin sayısı 100 milyonun üzerinde. Uluslararası Göçmen Günü’nün 22’nci yıldönümünde bu durumdan en fazla Suriyeliler etkileniyor. En çok göçmenin bulunduğu ülke ise Türkiye.

Savaş ve yoksulluk yerlerinden ediyor

Umut Serdaroğlu

Bugün, dünya çapında göçmenler ve yerinden edilmişler için farkındalık oluşturmak için Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen Uluslararası Göçmen Günü’nün 22’nci yıldönümü. Dünya göçmen karşıtı popülist söylemlerin, emek sömürüsünün ve göçmen düşmanlığının giderek arttığı bir dönemi yaşıyor.


Son zamanlarda yaşanan savaş, yoksulluk ve benzeri durumlardan dolayı yerinden edilmiş kişi sayısı dünya tarihinde en büyük acılardan birinin yaşandığı İkinci Dünya Savaşı döneminin iki katına çıkmış durumda. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (BMMYK) yayımladığı rakamlara göre dünyada zorla yerinden edilmiş kişi sayısı 103 milyonu geçmiş durumda. Buna ek olarak ülkeler içerisinde yerinden edilenlerin sayısı da 53 milyonun üzerinde. Bu rakamın 32,5 milyonunu mülteciler oluştururken 4,9 milyonu ise sığınmacı pozisyonunda. 5,2 milyon kişi ise uluslararası koruma altında bulunuyor.

BM Uluslararası Göç Örgütünün 2022 Dünya Göç Raporuna (IOM) göre, 2020 itibarıyla dünya genelinde 281 milyon göçmen bulunuyor. Bir önceki yıla göre yüzde 3,5 artış gösteren göçmen nüfusunun 135 milyonu kadın ve 146 milyonu ise erkek.

Dünya çapında 1970'te 84 milyon ve 1990'da 153 milyon göçmen olduğu kaydedilirken, uluslararası göçmen sayısı son 50 yılda 3 kattan fazla artış gösterdi.

NEREDEYSE YARISI ÇOCUK

BMMYK’nin açıkladığı verilerde görülen en vahim tablolardan biri ise yerinden edilmiş kişilerin neredeyse yarısını 18 yaşından küçük çocukların oluşturuyor olması. 2021 yılında yerinden edilmiş kişi sayısı 89,3 milyonken bunun 36,5 milyonu yani yüzde 41’ini 18 yaşın altındaki çocuklar oluşturdu. Ayrıca araştırmada yer alan verilere göre 2018’den bu yana neredeyse her yıl 350 bin ile 450 bin arasında çocuk mülteci olarak doğuyor.

EN DERİNDEN YAŞANIYOR

Türkiye ise özellikle Suriye iç savaşı ile beraber göçmen krizinin en fazla yaşandığı ülkelerin başında yer alıyor. 2011’de AKP’nin izlediği açık kapı politikasıyla birlikte düzensiz göçte büyük bir artış yaşanırken iktidarın bu konuda elle tutulur bir planının bulunmaması özellikle Suriyeli sığınmacıların hedef olmasına neden oldu. Yaşan bu süreç ve sıkıntılar göçmenlere yüklenirken istihdam, barınma ve acil ihtiyaçlara erişimde büyük sıkıntılar yaşadığı görüldü. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi’nin verilerine bakıldığında sadece Türkiye’de barınan geçici koruma kapsamındaki Suriye sayısı 3 milyon 561 bin 883. Suriyeli sığınmacı sayısında savaşın en yoğun yaşandığı 2013 ile 2015 yılları arasında yoğun bir artış yaşandı.
Suriyelilerin en fazla yaşadığı şehir ise 550 bin 154 kişiyle İstanbul olurken nüfus yoğunluğuna göre ise Kilis oldu.

EMEK SÖMÜRÜSÜ BİTMİYOR

Özellikle istihdam alanında çoğunlukla çalışma izni olmadan ‘merdiven altı işyerlerine’ itilen sığınmacılar, güvencesiz ve çok düşük ücretlerde çalışma hayatında yer ediniyor. Emek Partisi’nin geçtiğimiz aylarda hazırladığı Göç Gözlem Raporu’nda “Yine gerek devlet yöneticilerinin gerekse işverenlerin mültecileri, rekabet etme gücünü arttıran ucuz işgücü olarak görmesi nedeniyle, mültecilerin sigortasız çalışmasına göz yumulmakta ve adeta teşvik edilmektedir” ifadeleri yer aldı.

***

Fırat Çoban - AraştırmacıFırat Çoban - Araştırmacı

Göçmen politikası patronları besliyor

Göçmenlerin Türkiye’deki çalışma koşullarını değerlendiren Araştırmacı Fırat Çoban şunları aktardı:

2022 yılının Uluslararası Göçmenler Günü’ne, derin yoksulluk, alım gücü krizi, sistematik biçimde yükseltilen yaygın göçmen karşıtlığı ve topluma yönelik sermaye saldırılarının dizginsizleştiği koşullar altında giriyoruz. DİSK-AR, ENAG gibi kurumlar bu kaotik tablonun farklı yönlerini çeşitli araştırmalarla ortaya koyuyorlar, içinde geçtiğimiz sürecin vahametini anlamamıza olanak sağlıyorlar. Ancak TÜRK-İŞ’in araştırma biriminin her ay düzenli olarak açıkladığı açlık ve yoksulluk sınırı raporu dahi kendi başına nasıl bir süreçten geçtiğimizi ortaya koyuyor. Bugün Türkiye’de kayıtlı çalışan ücretlilerin yarısının asgari ücret geliri elde ettiğini, asgari ücretin bir devlet politikası sonucu toplumun genel ücreti haline getirildiğini biliyoruz. Bugün bu asgari ücret TÜRK-İŞ’in açıkladığı açlık sınırının dahi altındadır. Üstelik 1 aydır, 2 aydır da değil. 2022 yılının Şubat ayından beri açlık sınırı ile asgari ücret arasındaki makas istikrarlı biçimde açılıyor. Bugün, Kasım 2022 verisiyle, açlık sınırı, asgari ücretin 2.285 TL üzerindedir. Aralık ayında bunun 2500 lirayı aştığını göreceğiz. Ülkemizdeki kayıtlı ücretlilerin yarısının, neredeyse bir yıldır açlık sınırının altındaki ücretlerle yaşamını idame ettirmeye çalıştığı bu ortam, “normal” koşullar altında dahi yerli emekçilerden daha ağır şartlarda, daha ucuz ücretlere çalışan kayıtsız-belgesiz göçmen ve mültecilerin çalışma koşullarını elbette daha ağırlaştırdı, reel ücretlerini daha da düşürdü. Şiddetli açlık ve barınma krizi emekçilerin gündelik yaşamının ayrılmaz bir parçası haline geldi. Burada bir kopuştan ziyade süreklilik görmeliyiz. Emeğinin sistematik olarak örgütsüzleştirildiği, sermayenin saldırıları altında korunmasız bırakıldığı, emekçilerin kendi yarattıkları milli gelirden aldıkları payın istikrarlı olarak düştüğü, mülksüzleşmenin şiddetlendiği neoliberalizasyon sürecinin yarattığı bir süreklilik…

Bugün Türkiye’de göçmen ve mülteci emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarını, Türkiyeli emekçilerinden farklı olarak da ağırlaştıran bir başka unsur ise göçmenleri geri gönderilebilir olma hallerinin şiddetlendirilmesi oldu. Saray Rejiminin göç yönetim mantığının zeminini kurduğu, ana muhalefet başta olmak üzere sağ ve aşırı sağ siyasetlerin oluşturduğu göçmen karşıtı konsensüsün şiddetlendirdiği göçmen ve mültecilerin geri gönderilebilir olma halleri, onları bulundukları ülke içerisinde emek piyasasından gündelik yaşamın her bir parçasına kadar her alanda daha yaralanabilir, daha korunaksız kılıyor. “Normal” koşullar altında dahi kayıtsız-belgesiz göçmen emekçiler için ücret pazarlığı yapmanın, hak aramanın imkanları oldukça sınırlıyken, göçmen karşıtlığının yaygınlaştığı, geri gönderilebilir olma halinin şiddetlendirilip süreklileştirildiği bu ortam, mücadele imkan ve alanlarını daha da daraltıyor, emekçileri bu saldırılar karşısında hareketsizleştiriyor. Göçmen ve mültecilerin herhangi bir adli olaya “karıştıklarında” ya da talihsizlik sonucu yanlış zamanda yanlış yerde bulunduklarında kendilerini geri gönderme merkezinde bulacaklarını hissetmeleri, kafalarının bir yerinde bu şiddetli ve süreklileşmiş tehditle yaşamaları, onları her türden mücadeleden alıkoyuyor. Patronlar ise göçmen ve mültecilerin kesinlikle geri gönderilmesini değil; ancak göçmen ve mültecilerin her an geri gönderilebilecekmiş gibi yaşadıkları ve çalıştıkları bir ülke istiyorlar. Patronlar için göçmen ve mültecilerin geri gönderilebilirliği; en ağır iş kollarında, açlık sınırının ve asgari ücretin kat be kat altındaki ücretleri, 13 saati aşan günlük çalışma süresini, sigortasızlığı, her türlü işçi sağlığı ve güvenliğinden yoksunluğu göçmen emekçilere kabul ettirtmenin yol ve imkanı olarak işlev görüyor.

Bir yandan göçmen emekçilerin çalışma koşullarını ağırlaştıran ve onları örgütlenmeden alıkoyan, yaygın göçmen düşmanlığından beslenen geri gönderilebilir olma hallerini ağırlaştırıyorlar; diğer yandan yerli, kayıtlı ve sendikalı işçilerin kanuni grevlerini dahi milli güvenliğe aykırı diyerek yasaklayarak, hak arayan işçileri terörize ederek, bastırmaya çalışıyorlar. Sermayenin yerli ve göçmen emekçilere yönelik anti-demokratik bu saldırılarına verilecek yanıtın birlikte mücadeleden geçtiğine inanıyorum.

Yukarıda alım gücü kriziyle, derin yoksullukla, cezai-göç politikalarıyla oldukça karamsar bir tablo çizdik ancak ne olursa olsun umut ilkesini elden bırakmamakta fayda var. Türkiye işçi sınıfı örgütlerinin ve siyasal partilerinin, göçmen ve mültecilere yüzlerini daha döndüğünü, bir arada yaşamın imkânlarını yaratacak olan birlikte mücadelenin kıvılcımlarının görüldüğü bir yılı geride bırakıyoruz. Bunun da ötesinde, bu kaotik düzenin başat müsebbibi olan Saray Rejimine tarihi bir mağlubiyet yaşatmaya doğru gidiyoruz. Tüm bunlar, 2023 yılının 18 Aralık’ı, bunun da ötesinde eşit ve özgür bir ülke için umudu ve elbette mücadeleyi elden bırakmamak için önemli gelişmelerdir. Marx’ın 1866’da yazdığı bir mektupta ifade ettiği gibi “sendikaların kendilerini tüm işçi sınıfının savunucuları ve temsilcileri olarak görmeleri”, göçmen ve mültecilere yüzlerini dönmenin ötesinde iç içe geçmeleri, yalnızca sendikal örgütlenmenin krizini değil, topyekûn düzenin krizini aşmaya ve birlikte yaşamı kurmaya dönük umudumuzu da büyüyecektir.

***

En çok Suriyeliler etkilendi

En çok uluslararası koruma altında olan ülke vatandaşları Suriyeliler oldu. En fazla koruma altına alan ülke ise Türkiye.

En fazla uluslararası koruma altında yer alan 5 ülke vatandaşlığı şöyle:

• Suriye: 6,8 milyon
• Venezuela: 5,6 milyon
• Ukrayna: 5,4 milyon
• Afganistan: 2,8 milyon
• Güney Sudan: 2,4 milyon

En fazla koruma altında olanların kaldığı ülkeler ise şunlar:

• Türkiye: 3,7 milyon
• Kolombiya: 2,5 milyon
• Almanya: 2,2 milyon
• Pakistan: 1,5 milyon
• Uganda: 1,5 milyon

savas-ve-yoksulluk-yerlerinden-ediyor-1101758-1.