‘Mavi Balina’nın rolü bir taraftan aidiyet yaratarak kimliksizleştirmek. Kolunuza çizdiğiniz mavi balina resmi ve arada konuşmanız gerektiği söylenen diğer mavi balinalar aracılığıyla hem bir topluluğun üyesi oluyor hem de kendiniz olmaktan uzaklaşıyorsunuz

Savaşa ‘Evet’ de,  Mavi Balina’yı öp!

Serap Erdoğan Taycan - Psikiyatr

Gündelik hayatın akışı, çoğunlukla farkına bile varmadığımız seçimler ve karar vermelerle doludur. Bu yazımı okumaya karar vermeniz ya da sayfayı çevirip devam etmeniz gibi örneğin. Burada farkında olmaktan kastım, zaman ayırıp, tüm olasılıkları değerlendirip üzerinde eni konu düşünerek yapılan seçimler. Seçimin sonucunun hayatımızı etkileme gücü ne denli büyükse, karar verme süreci de o denli uğraş gerektirir. Bazı seçimlere yönelten dürtüler o kadar bedensel/hayatidir ki, çok susadıysanız ulaştığınız ilk içilebilir sıvıya yönelirsiniz. Bir de çeşitli sebeplerle alışkanlık haline gelen seçimlerimiz vardır, onları gerçekleştirirken de yine çok zaman ve çaba harcamayız.

Tıpkı internetteki bir yazışmanız sırasında fonda yakın zamanda bir alışveriş sitesinden almış olduğunuz çantaya benzer başka bir çanta fotoğrafının yanıp sönmesi gibi, zihniniz de daha önceki seçimlerinizin farkındadır ve benzer bir karar verme sürecinde aklınıza ilk eski seçimleriniz gelir. Peki duygular kararlarımızı nasıl etkiliyor? Bir nörolog olan Antonio Damasio, 1970’lerde duyguların karar verme süreçlerindeki rolüne ilişkin enteresan keşiflerde bulundu. Yaptığı bir dizi deneyin sonucunda beynimizin, bir olayın yol açtığı duygularla ilgili bedensel duyumlarımızı kaydettiğini ve ileriki seçimlerimizde bu duyguların bizi yönlendirebildiğini belirledi. Duygusal karar verme olarak da adlandırılabilen bu süreçte, bir seçeneğin bizdeki olumsuz duygularla bağlantılanmış olması halinde o seçenekten uzak duracağımız sonucu çıkmakta. En azından sağlıklı bir işleyişe sahip bir beyin, tehlike algısının neden olacağı korku sinyallerini takip eder ve biz milisaniyeler içerisinde adımlarımızı tekinsiz görünen yoldan daha aydınlık olana doğru çeviriveririz. Tam da bu örnekte olduğu gibi korku, evrimsel sağ kalım dürtümüzün hizmetinde, kararlarımızı en çok etkileyen duygulardan biri.

İnsanlardaki korku duygusunu hayvanların temel korku duygusundan ayıran şey, korku duyulan durumların farklılığıdır.

Ve bu farklılığın da insanın dile sahip ve simgesel becerileri olan bir varlık olmasının sonucu olduğunu söyleyebiliriz rahatlıkla. Bizi bir ölçüde hayvanlardan ayırdığı var sayılan sembolleştirebilme yeteneği, aslında korkularımızın da sonsuz kere sonsuz çoğalabilmesinin önünü açar. Çünkü simgesel düşünme, korkunun nesnesini değiştirebilme ve belirleyebilme gücüne/lanetine de sahip ve bunu imalarla ya da doğrudan iletebilme aracı ise dildir. Dile hakim olan, gücü elinde tutar. Korkuyu şekillendirebilme ve korku aracılığıyla hükmedebilme gücünü.

Korku insanların bir araya gelmesinde, toplulukların oluşmasında ve dolayısıyla medeniyetin şekillenmesinde temel bir role sahiptir. Aynı tehlikelere karşı duyduğumuz korku bizi birleştirir ve aynı zamanda o tehlikeye karşı koruma vaad eden egemenin tebaası haline getirir. Machiavelli’nin şiddeti, korkutmayı yani aslında kötülüğü, devletin bekasını sürdürme amaçlı bir eylem olarak tanımlaması bu yüzden. Devlet kendi eylemlerini meşrulaştırmak için korku yaratan tehlikeyi kullanıyorsa eğer, meşruiyetine şüphe düşmemesi adına korkuyu körüklemesi gerektiğini de kolaylıkla tahmin edebiliriz. Korkulacak nesneyi/durumu egemenin belirleyerek, kullanabileceği bütün araçlarla ruhunuza sindirmesi genel anlamda iki sonuç doğurur. Bir tüm varlığınızla hedef gösterilen korku nesnesinden korkmak, ki bu durum güvenlik algınızı sarstığı için ona yönelik öfke ve düşmanlık duygularınızı ve onun yok olması arzunuzu da şiddetlendirecektir; ikincisi ise korkulan nesne ya da duruma dönüşme ya da onunla benzeşmekten delicesine korkmak. Öyle ya, bütün hayatınız ve geleceğiniz mavi renkli giyinen kişiler tarafından tehlike altında tutuluyorsa ve devletinizin bütün güçleri sizi korumak adına mavi renk giyinenlerle mücadele içindeyse, üzerinizde tek bir mavi noktanın olması ihtimali bile sizi dehşete düşürecektir! Siyasal iklim korku fırtınalarından beslenir hale gelmişse, tutunacak başka hiçbir sağlam dal kalmaz. Çünkü korku yaratan durumu ortadan kaldıracak olma söylemi, adalet, özgürlük ve barış taleplerinin askıya alınmasını da mümkün kılar. Korku, sorgulamanın ve istemenin katilidir.

Gelelim başlıktaki Mavi Balina’ya. Bir çoğunuz medya aracılığıyla haberdar olmuştur sanıyorum, çocukları ve gençleri intihara sürüklediği düşünülen bir bilgisayar oyunu. Gizemli hallerin yarattığı ürkütücü bir merak duygusunu kışkırtacak şekilde, kendiniz ulaşamıyorsunuz bu oyuna, birileri size link gönderiyor. Daveti kabul edip oynamaya başladığınızda rivayet o ki elli günde tamamlanan bir süreci başlatmış oluyorsunuz. Bu süreçte belli sürelerle kimseyle konuşmamak, gecenin geç ya da sabahın erken saatlerinde korku içerikli videolar izleyip belirli müzikleri dinlemek ve sistemli olarak kendi canını acıtmaya alışmak gibi yapılması beklenen bazı görevler var. Vücudunuzda oluşturduğunuz kesiklerin ya da kolunuza kazıdığınız mavi balinanın fotoğraflarını oyunun yöneticisi ile paylaşmak ve onun sistemli hakaretlerine maruz kalmak da sürecin parçaları. Oyundan çıkmak ya da görevleri yerine getirmek istemediğinizde ise başlangıçtaki bazı yazışmalar ya da sosyal medya paylaşımlarınız aracılığıyla elde edilen bilgilerin, özellikle de yakınlarınızla ilgili olanların aleyhinize kullanıldığı, böyle bir korkutma ile içeride tutulduğunuz bir oyun. Süre tamamlandığında da ‘oyunculara’ kendini yüksekten atarak ya da asarak öldürmeleri söyleniyor. ‘Mavi Balina’nın rolü bir taraftan aidiyet yaratarak kimliksizleştirmek. Kolunuza çizdiğiniz mavi balina resmi ve arada konuşmanız gerektiği söylenen diğer mavi balinalar aracılığıyla hem bir topluluğun üyesi oluyor hem de kendiniz olmaktan uzaklaşıyorsunuz. Mavi Balina’nın asıl gösterdiği ise korku ve kimliksizleştirme sürecinin insan ruhunu nerelere getirebildiği.

‘Günümüz dünyasında terörist belki de en tehditkar figürdür’ demekte Svendsen, ‘Korkunun Felsefesi’ adlı kitabında. Bir uyuşturucu operasyonunda yakalanan suçlu, gazetecilere ‘Terörist miyim niye çekiyorsun?’ diye seslenirken Svendsen’a şapka çıkardığını bilmiyordu olasılıkla. Ama savaşa hayır demenin terörist sevicilik olarak adlandırıldığını biliyor belli ki! Çünkü kullandığı dil farkında olsun ya da olmasın iktidarın dili. Neyden, neden korktuğumuzu sorgulamadan yaptığımız seçimler bizim seçimlerimiz olmayacak ve Mavi Balina peşimizi bırakmayacak…