Biz var ya biz, biz kimiz siz biliyor musunuz! Hah işte. Biz istersek var ya, arzu edersek var ya “bunu çok iddia ederek söylüyoruz, üç saatte Şam'a varırız" Yaaa! "Savaşabilecek her türlü hazırlık yapılmıştır. Yeter ki Türkiye'nin sabrını zorlamasınlar. Şam'a kadar varabilecek harekât hazırlığı yapıldı ve tamamlandı. Varsayalım vardık Şam’a. Nasıl döndeceğiz Şam’dan? Ama beş çayına Atina’da, akşam yemeğine Londra’da, sahura Washington’dayız. Olmadı tersten döner Tokyo’ya, oradan Pekin’e. Çinli prensesler yüzünden bölünmüş Türk devletleri’nin ahını yerde bırakmayız. Döneriz! Ecdadımıızz!. “Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen… Siz hiçbir İstiklal Marşı okumuyor musunuz? Biz ondan ilham alıyoruz. Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım! Kükremiş sel gibiyim: Bendimi çiğner, aşarım; Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım”. Taşarım. İlla AB, ABD, Suudi Arabistan Katarın peşine düşüp, güç devşirmek hevesiyle, Rusya’nın, İran’ın, Çin’in karşısına geçmiş olabiliriz. Hesaplar yanlış gitmiş jetler Akdeniz’in sularına gömülmüş olabilir. Kendi Kürtlerimizi kendi içimizde kendi networklerimize dahil etme, kendi dinsel eksenimiz etrafında örgütleme planlarımız boşa çıkmış olabilir. Olmadı siyaset yapsınlar. Yapsınlar! Ama siyaset yapanları hapseder, sınırdan mal geçirenleri bombalarız. Bombalarız. Umurumuzda bile olmaz. Suriye’de işler sarpa sarabilir. İnsani yardım yaparız. İnsani yardım dediğim top tüfek kabilinden olmalı. İçerdeki çatışma arttıkça kendi politik tutumumuza göre sınırı bir açar bir kaparız. Mültecileri yerleştirdiğimiz kamplara İHH’dan başka hiçbir teşkilatı sokmayız. Sokmayız. İnsaniyet namına. Mültecilerle orada evvel ezel yaşamakta olan hakların yaşadığı, yaşayacağı sıkıntıları çözmek bir yana adeta bu sıkıntılardan bir haz duyarız. Duyarız. İşte bizim insaniyet dediğimiz şey. İşte biz bu insaniyet namına Suriye’ye müdahale etmek niyetindeyiz. Suriye halkına memleket sathında tesis etmiş bulunduğumuz adalet, özgürlük ve ileri demokrasiyi götüreceğiz. Memleketin adaleti, özgürlüğü ve ileri demokrasisi sayesinde bugün memleket hapishaneleri gazeteci, sendikacı, öğrenci, siyasetçi kadın erkek yurttaşlarımızla dolu. Toplu iş ilişkileri yasası görüşmeleri gaz ve toz bulutu içerisinde başladı. İş ilişkileri yasası dediğin işte böyle “toplu” tüfekli olur. Memleket sathında kendini evine kilitleyen vatandaşları özel harekat timleri ile boşalttık. Rantsal pardon kentsel dönüştüreceğiz. HES’tir, nükleerdir, altın madenidir talanının sonu yok. Esad rejiminden az hallice Tayyip rejimi. “Kendi halkını bombalıyor” diye çok celalleniyor başbakanımız. Gerçi kendisi Roboski de aşağı kalmadı idi. Hah işte, tam da Suriye sınırından memleket içerisinde top mermileri düşmesi vesilesi ile, Suriye’ye bu ileri demokrasiyi götüreceğiz. Ama ondan evvel Moskova’dan Şam’a giden uçağı türlü çeşit istihbarat sonucu Esenboğa’ya indirip ileri demokrasiyi bir tattıralım yolculara. Değil mi ya! Suriye’ye silah ambargosu var da biz mi içtik? Esad Rusya’dan gemilere silah yüklese getirse ne diyeceğiz de, sivil uçakta çakma malzeme arıyoruz? Bu arada deriniz, stratejikiz, zira dış politikamız kuma battı. Suriye’de özerk bir Kürt bölgesi ortaya çıktı, PYD’nin tartışmasız etkinliği ile. Tercüme ediyorum PKK’nin tartışmasız etkinliği ile. Stratejisi derin olanlar düşünsün. Düşünmüş olmalı ki malum zat. Barzani’nin kapısını çalıp, şunları bir ayırayım telaşında. Hah şimdi tezkere ile tam demokrasiyi götürecekken Suriye’ye, yani derdimiz tam bu iken, PYD’yi devreden çıkarıveririm diyen akıllara rahmet. Yalnız stratejik bir derinlik açalım şuraya, not düşelim. İki ateş arasında kalmak kestane maşa benzetmesinde yepyeni çığırlar açabilir. Açabilir. Hani bir koyup üç alalım derken, üç koyup…

 

Bu arada tezkereyi meclise getiren ve götürenler arasında savaşa gidecek olan var mı? Sırf meraktan soruyorum yani. Hani tarih onların adını yazacak ya büyük adamların. “Özel paşa buraya yumruk havaya” kabilinden! Aralarında savaşa gidecek yakını olan var mı? Tarih bilinci anlamında başbakanımızın tavsiyesine uyaraktan, İstiklal Marşı’ndan başka bir şiirle son vereyim isterim sözlerime: Yedi kapılı Teb şehrini kuran kim? Kitaplar yalnız kralların adını yazar. Yoksa kayaları taşıyan krallar mı? Bir de Babil varmış boyuna yıkılan, kim yapmış Babil’i her seferinde? Yapı işçileri hangi evinde oturmuşlar altınlar içinde yüzen Lima’nın? Ne oldular dersin duvarcılar Çin Seddi bitince? Yüce Roma’da zafer anıtı ne kadar çok! Kimlerdir acaba bu anıtları dikenler? Sezar kimleri yendi de kazandı bu zaferleri? Yok muydu saraylardan başka oturacak yer dillere destan olmuş koca Bizans’ta? Atlantik’te, o masallar ülkesinde bile, boğulurken insanlar uluyan denizde bir gece yarısı, bağırıp imdat istedilerdi kölelerinden. Hindistan’ı nasıl aldıydı tüysüz İskender? Tek başına mı aldıydı orayı? Nasıl yendiydi Galyalılar’ı Sezar? E bir aşçı olsun yok muydu yanında? İspanyalı Filip ağladı derler batınca tekmil filosu. Ondan başkası ağlamadı mı? Yediyıl Savaşı’nı 2. Frederik kazanmış? Yok muydu ondan başka kazanan? Kitapların her sayfasında bir zafer yazılı. Ama pişiren kim zafer aşını? Her adımda fırt demiş fırlamış bir büyük adam. Ama ödeyen kimler harcanan paraları? İşte bir sürü olay sana Ve bir sürü soru.”