Haziran 2015 genel seçimlerinden iki gün önce HDP’nin, Diyarbakır mitinginde meydana gelen bombalı saldırıda 5 kişi öldü, 400’den fazla kişi yaralandı. Saldırının faili IŞİD üyesi Adıyamanlı Orhan Gönder’di. Gönder’in ailesi, oğulları IŞİD’e katıldıktan sonra emniyet ve valiliğe pek çok kez başvurmuş ancak bir sonuç alamamıştı. 12 Mayıs 2015’te Adıyaman Emniyet Müdürlüğü tarafından aileye gönderilen tebligatta Gönder’in ‘terör nitelikli kayıp şahıs’ olarak değerlendirilip arandığı belirtildi. Gönder, saldırıdan iki gün önce Diyarbakır’da kaldığı bir otelde polisler tarafından asker kaçağı olduğu gerekçesiyle sorgulanıp serbest bırakıldı. Gönder’in IŞİD yolculuğu, 2014’te Adıyaman’da örgüte militan devşirmek amacıyla kurulan İslam Çay Ocağı’nda başlamıştı. Mekanı açan, 10 Ekim 2015’de sol-sosyalist, Alevi-Kürt yurttaşlar ve sivil toplum örgütlerinin katılımıyla gerçekleştirilen Ankara barış mitinginde kendini patlatarak 102 kişinin ölümüne neden olan IŞİD’li Yunus Emre Alagöz’dü. Kardeşi Abdurrahman Alagöz de, 20 Temmuz 2015’te Kobaneli çocuklara oyuncak götürmek için Suruç’taki Amara Kültür Merkezi’nde toplanan sosyalist gençlerin arasına sızıp kendini patlatmış ve 34 genci öldürmüşü. Adıyaman’da, herkesin gözü önündeki bir çay ocağında örgütlenen militanlar, adları devletin elinde olmasına rağmen dönemin başbakanı Davutoğlu’nun deyişiyle, “Eylem yapmadan tutuklanamıyorlardı; çünkü Türkiye demokratik hukuk devletiydi. Uyuyan hücre varsa bunların hepsini toplayın, denemezdi. Kandırılmış olabilirler ama hukukla davranmak gerekirdi; çünkü Türkiye sebepsiz yere insanların tutuklanabileceği bir ülke değildi.”

Diyarbakır, Suruç ve Ankara’da gerçekleştirilen saldırılar sonrası hazırlanan iddianamelerde görülüyor ki, Adıyaman gibi IŞİD’in yuvalandığı bir diğer önemli il Gaziantep. Halkın, pek çok mahallede IŞİD hücrelerinin var olduğuna dair tanıklığının yanı sıra baro, siyasi partiler ve sivil toplum örgütleri yaptıkları açıklama ve başvurularla tehlikeye dikkat çekmeye çalışsa da başarılı olamadılar. HDP Antep Milletvekili Mahmut Toğrul’un “IŞİD’in Antep’teki örgütlenmesinin araştırılmasını” isteyen soru önergesi 29 Haziran’da Meclis Genel Kurulu’nda reddedildi. Oysa süregiden davalarda ortaya çıkan belgelerin de açıkça gösterdiği gibi Gaziantep, Türkiye üzerinden IŞİD’e katılmak isteyenler için bir buluşma noktası. 2002’den itibaren Emniyet’in takip ettiği 2013’ten beri de telefonları dinlenen IŞİD’in sınır emiri İlhami Balı Türkiye-Suriye sınırında militan ve malzeme trafiğini yönetmiş. Gaziantep’teki hücre evlerinde toplantılar yapmış, evlerin finansı ve koordinesinde görev almış. Balı’nın adı Diyarbakır, Suruç ve Ankara’daki saldırılarla ilgili yürütülen soruşturmalarda emri veren kişi olarak geçiyor. Ve evet, bütün bunları, devletin teknik takibi altındayken yapmış. Yine takip edildiğini ve bütün faaliyetlerinin izlendiğini öğrendiğimiz IŞİD’li Yunus Durmaz’ın bu sırada Diyarbakır, Suruç ve Ankara saldırılarını planlayıp organize ettiği ortaya çıktı. Takip altındaki Durmaz’ın adresine ancak 20 Mayıs 2016’da ulaşabilen ekipler Gaziantep’teki evine baskın düzenlemiş ve Durmaz kendini patlatmıştı. Durmaz’ın bilgisayarında ele geçirilen ve Ankara Garı iddianamesinde yer alan belgede KCK’li olduğundan bahsedilen bazı Kürtlerden ve düğünlerine eylem ihtimalinden söz ediliyordu.

Uzun zamandır IŞİD tehlikesinin dillendirildiği Antep’te geçenww hafta bir sokak düğününde gerçekleştirilen canlı bomba saldırısıyla çoğu çocuk 54 insanımız öldü. Failin IŞİD olduğundan kimsenin şüphesi yok. Ankara Garı iddianamesinde IŞİD’lilerin Beybahçe’de olası saldırılar için istihbarat topladığı bilgisi yer alıyor. Ve mahalle halkı çok haklı bir isyanla soruyor: “Bizim bildiğimizi devlet bilmiyor mu?” Teknik takibi altındaki militanları, ne yazık ki kendilerini patlatmadan yakalayamayacağını söyleyen bir hükümet var. Yıllar boyunca da devlet içinde devlet kuran Gülen’in cinleri tarafından ele geçirilmişler. Fethullah’ın terli atletlerinden kendilerine totem yapmışlar, adamın kurduğu telefon dinleme ağından habersiz, onu her şeye muktedir mehdi sanmışlar. Kandırılmışlar. İşte bu irade, ülkesi içinde yuvalanmasına fırsat verdiği IŞİD’le başarılı olamadığı yurtiçi mücadelesini önceki gün sınır ötesine taşıdı. IŞİD’in Türkiye’de gerçekleştirdiği ne kadar saldırı varsa, hepsiyle ilgili verilen araştırma önergelerini reddeden AKP iktidarı, tankıyla topuyla Cerablus’u IŞİD’den temizlemek için Suriye’ye girdi.

Türkiye’nin Cerablus harekâtını birlikte yürüttüğü ÖSO, AKP iktidarının Esad’ı birkaç haftada devireceğine inandığı, ancak zamanla tabanı El Nusra ve IŞİD’e kayan, pek başarılı olamamış bir grup. Üç ay içinde Emevi camiinde namaz kılmak üzerine kurulan Suriye politikası nedeniyle alınan yanlış kararları ülkeye kaos ve ölüm olarak geri dönen iktidar, yine yanlış bir strateji güderek, sırf Kürtlerin ilerleyişini durdurmak için Ortadoğu’da savaşın içine daldı. Mesele Suriye’de yeni bir Kürt devletinin kurulması endişesi ve bunun Türkiye’deki Kürtlere ilham verecek olmasıysa; şehirleri yakıp yıkılmış, bodrum katlarında ölüme terk edilmiş insanların yüreğinin bu ilham ve istekle yoğrulması konusunda hükümetin etkili desteği göz ardı edilemez. Kürt düşmanlığı ne yazık ki Türkiye’yi, Suriye’deki savaştan ve içerideki kaostan kurtaracak en akılcı şeyin, barış sürecini canlandırmak olduğu konusunda körleştiriyor. Cerablus’a girmek, Kürtleri durdurmayacağı gibi Türkiye’deki IŞİD hücrelerini uyandırma riski taşıyor. Ki yaşadıklarımız bunu nasıl da kolayca yapabildiğinin kanıtı. Oysa kendi Kürtleriyle barış yapabilmiş bir Türkiye, hem iç huzur ve güvenliğini sağlar, sınırında düşman tedirginliğinden kurtulur, hem de Suriye’de seyircilik yerine, o çok heves ettiği oyun kuruculuğa soyunabilirdi. Maalesef, stratejik sığlığa devam...