Savaşa dair olan ilk bölüm 2010 yılının Mart ayında yine bu köşede çıkan yazımın revize edilmiş halidir. Değişen şey, teknoloji daha da ilerledi. Değişmeyen, kullanım niyeti aynı; birey ve toplumu iğdiş etme ve yeni teknolojileri savaş alanında deneme... En son Suriye...

Savaşa dair...

Yaşadığımız son çeyrek yüzyılda teknolojinin hızlı gelişmesi yalnızca bir takım değişimler yaratmadı, hayatımıza egemen olmayı da birlikte getirdi. Bugün gelinen noktada ancak insanoğlunun teknolojiyi değil de, teknolojinin insanoğlunu yönetmeye başlamasından bahsedilebilir. Yarattığı toplumsal değişimin değerlerini, gelişmeyi sorgusuz sualsiz ilerlemenin belirtisi olarak görmeyi, gelişmenin biçimini, bilginin kimler tarafından ve nasıl kullanıldığını insanoğlu sorgulayıp, bilimin ve teknolojinin olanaklarından eşit ve özgür yararlanma hakkını elde ettiğinde, ancak o zaman gerçek bir ilerlemeden söz etme olanağı doğar.

Gündelik gerçekliklerin yerini sanal yaşantılar, iletişimler ve siber-kültürün düşleri aldı. Sanal iletişimler, sanal politik muhalefet vb… Hiç kimse ezilenlerin yardımına koşmuyor. Yeni bir kültür oluşuyor. Tekno-kültür de denilen bu biçim elbette fotoğraf, televizyon, video, sinema, internet gibi imaj teknolojilerine koşulsuz kucak açmakta. Şimdi yeni imaj teknolojileri devrede. Eski ya da yeni imaj teknolojileri, insanları görsel olarak kuşatmakta, denetim altına almakta ve manipüle edilmiş gerçeği yaymakta müthiş olanaklar sağlamakta. Üstelik özgürleştirici olduğu iddia ederek.
(televizyonun ve internetin başında insana hapsedilmişliğini unutturarak.)

Yaşam ve insanlık adına geri kalmışlığımızın nedenlerini sorgulamak, kimler için ilerlemeci, kimler için ideal olduğunu düşünmek ve bunu dile getirmek geri kalmışlıkla eşanlama geliyor. ‘Gerçeklikten kaçış’ı toplumsal olarak yerleştiren bu yeni teknolojik sistemleri; sürtüşmesiz kapitalizm denilen dünya içinde sokaklara dökülen muhalefeti sanal dünyalara hapsedilmesinin aracı olarak da görmek gerek. Gerçek dünyanın tehlikeleri ve tehditleri sanal dünyada nötrleştiriliyor. Sokakla bağların koparıldı. Artık satın aldığınız bir ürüne dokunmanız gerekmez, görmeniz yeterli. İnsan ilişkileri de öyle. İmajların içine gömüldükçe, gerçek dünyayla ilişki kurmaya adeta gerek kalmamakta.

“Gözetleme, bilindiği gibi fotoğrafın evrimine bağlı olarak gelişmiştir. Fotoğrafı çekilen şeyler enformasyon sisteminin bir parçası olur ve bu da denetim altına alınmalarına olanaklar sağlar. Yeni teknolojiler her zaman bu izleme ve kaydetme kapasitesini arttırmaya, genişletmeye, daha çok içeriye sokulmaya, daha sistematik, daha sinsi olmaya çabalamaktadır.” (Kevin Robins, İmaj, Görmenin Kültür Politikası, Ayrıntı Yayınları)

Bizler evlerimizde savaş alanından gelen görüntüleri izlerken acı çekme duygusundan, yanık ve ölüm kokusundan uzak ilerlemeci olduğunu düşündüğümüz teknolojileri şaşkınlıkla izliyoruz. Bir köprüyü bombalarken son anda kurtulan Iraklı bir araç için General Schwarzkopf’un, dünya medyasına ağır çekim görüntüleri tekrar tekrar göstererek: “Şimdi size bugün Irak’taki en şanslı adamı göstereceğim,” diyen görüntülerine bakıyoruz. Ekranda izlediklerimiz bir savaştı, ama gerçekten soyutlanmış bir savaş… Susan Sontag’ın dediği gibi hepimiz birer röntgenci konumuna düşürüldük. Bu ağır çekim görüntüleri ‘teknolojik üstünlüğü’ bir kez daha, bir kez daha gerikalmış ülke ve insanlarına gösteriyor. Sizler zavallısınız, bu güç karşısında ne yapabilirsiniz ki?

Savaşın gerçekliğine karşı sağırlık. Yapabilen, facebook’tan savaşa karşı imza kampanyalarına katılmak. Yaşasın siber-muhalefet! Post-modernizm, entelektüel bir söylemle, propaganda ve yanıltıcı bilgilerle savaşın seyircilerini gerçeklikten uzaklaştırdı. Savaşın görsel imajları, video oyunlarına benzeyen bir bilgisayar simülasyonu. Kevin Robins, savaşa video-oyunu muamelesi yapmanın imajı/fotoğrafı belgesel niteliğinden soyutlamak anlamına geldiğini söylüyordu. Haksız mı?

Özgür bir gelecek için bilim ve teknolojiden elbette yararlanmalı, ancak bilimin ve teknolojinin gerçek sahipleri tüm insanlık olana kadar ‘ilerleme’nin kullanım biçimlerini sorgulanmaya devam etmeli...

Seçimlere dair...

Uzun söze gerek yok. Kısa bir fıkra;

Başbakan Temel gazetecilere açıklıyor;

-Programımızı tamamlamak için dört yıl daha istiyoruz!

-Programınız nedir?

-Dört yıl daha görevde kalmak!

Bu fıkraya gülümsedim, çünkü bizim laz uşağuni biliriz ve severiz. Ama biz, aynı isteği dile getiren uşakları da biliriz ve sevmeyiz...