Saldırıların en önemli sonucu İran’ı “iç güvenlik” sorunlarıyla uğraştırıp dış politikada pasifleştirmek olacak. Bu, dış politikada sessizleşmese bile etki gücü zayıflamış bir İran demek

‘Savaşı İran’a taşırız’ diyen S. Arabistan sözünü tuttu

MUSTAFA K. ERDEMOL

Hiçbiri rastlantı değil. ABD “emiri” Donald Trump ile Suudi Kralı’nın “Kılıç dansı” şaklabanlığı, ardından Katar’a topluca çullanılması, bir hafta geçmeden İran’da gerçekleşen IŞİD kaynaklı saldırılar. Bunların tümü uzun süre boyunca tasarlanmış uzun vadeli bir “stratejik plan”ın parçaları. İran’da parlamento ile Humeyni’nin mezarına yönelik dünkü saldırılar bundan sonra Suudi Arabistan’ın kışkırtıcı pozisyondan icraatçı pozisyona geçtiğinin de işareti. Gerisi de gelecek muhtemelen.

İlk işaret Suudi Arabistan Savunma Bakanı ve Veliaht Prens Muhammed Bin Salman’ın sözleriydi. “Riyad’ın savaş alanına dönüşmesine izin vermeyeceğiz, savaşı İran’a taşımak için çalışacağız” demişti karanlık prens. Taşıyorlar işte.

İran’ın ABD/Batı ile yaptığı, -bence- kendi nükleer programını dünyaya kabul ettirdiği antlaşma en çok Suudi Arabistan için yıkıcı oldu. İran’ın “dünya ailesine” katılımından hiç hoşnut olmadı Suudi Arabistan ile dostları gerici Arap rejimleri. ABD “Emiri” Trump’ın da antlaşmaya karşıtlığı Suudi’nin İran nefretiyle birleşince bölgeyi ateşe atacak bir ittifak öncekinden daha da güçlü bir hale gelmiş oldu.

Selman: Bölgenin şahini

Ezelden ebede İran’a düşmanlıkta hepsi aynıydı ama Kral Selman artık bu düşmanlığı perde gerisinden saldırılar organize ederek değil, doğrudan içinde yer alarak başka bir boyuta taşıdı. Suudi Arabistan artık “operasyonel” bir güçtür. Gelmiş geçmiş en saldırgan kral olan Selman ülkesinin dış politikasını tıpkı ABD gibi askerileştirdi. Yemen’e doğrudan müdahelesi bunun örneğidir. İslam NATO’su oluşturulmasının öncüsü, kurulan İslam Ordusu’nun akıl hocası. Bunlar hep Selman’ın bizzat içinde yer aldığı İran karşıtı ABD projeleri.

İran’a tehdit neden?

Yanıtı herkes için biliniyor: Mezhep farklılığı. Ama hayır. Bu kadar basit değil. Suudi Krallık’ın mezhep farklılığı içinde olduğu birçok İslam ülkesi var. Sadece İran en güçlü Şii devleti olduğundan da değil bu düşmanlık. İran’ın Velayeti Fakih sisteminin bir gereği olarak “İslam devrimi”ni başka ülkelere ihraç etme politikasıdır korku ya da rahatsızlık veren. Velayeti Fakih’in bir gereği olarak İran’ın ihraç etmeye -şimdilerde vaz geçmiş de görünse- çalıştığı “devrim”in hedefinde gerici Arap monarşileri var. Suudi Arabistan başından beri bunu kendisi için de bir tehdit olarak görüyor. Bu nedenle İran üzerine ABD tarafından saldırılan Irak’ı de desteklemişti Suudi. Yani hep inanıldığı gibi “mezhep” tek başına düşmanlık gerekçesi değil.

Saldırılardan amaçlanan ne?

Tabii ki İran’ı zayıf düşürmek. Bunu herkes görebilir. Meclis ya da Humeyni’nin mezarına yapılan saldırılar, özellikle ikincisinin dini açıdan sembolik önemi düşünülürse, çok can alıcı saldırılar. Buraların en sıkı korunan yerler olduğu anımsanırsa İran’ın iç güvenlik sisteminin sanıldığı kadar güçlü olmadığını göstermeye de yönelik amaç taşıyor.

Bir başka boyutu daha var. Bu saldırılar, tamam, İran’da “ulusal birlik’e katkı sağlamaya yarar ama İran iç siyasetindeki ılımlı-muhafazakar çatışmasını da derinleştirebilir. Ruhani’nin yumuşama politikasının işe yaramazlığı konusunda ülke muhafazakarlarına ciddi bir gerekçe sunabilir. Saldırıların en önemli sonucu İran’ı “iç güvenlik” sorunlarıyla uğraştırıp dış politikada pasifleştirmek olacak. Bu, dış politikada sessizleşmese bile etki gücü zayıflamış bir İran demek.

Saldırıların gösterdiği bir önemli şey de IŞİD’in bir ABD – Suudi projesi olduğu. İran’ın izole edilmeye çalışıldığı bir dönemde IŞİD’in devreye girmesi rastlantı olamaz.

Akılsızlıklarını inanç haline getirmiş Trump ile Selman adlı iki budalanın ortaklığı bölgeye felaket getirecek. Buna kuşku yok.