Sadece bir atölyede 15 kişiler. Yaşları 8 ile 15 arasında. Ayda 650 TL alıyorlar. Öğle yemeği için evlerine gidiyor, günde 9-10 saat çalışıyorlar. Bir savaştan kaçarken bir diğerinin içine düşmüşler. Kirpiklerin gölgesi yüzüne düşen Mümin de bu ekmek kavgasının içine henüz 11 yaşındayken atılmış. Kısa bir süre marangozda ardından da markette çalışmaya başlamış. Anlattıkları acı verici.

Savaşın çocukları
Fotoğraflar: BirGün

Birgül ÇAY

Bir tekstil atölyesinin camsız ve boğuk koridorlarındayız. Havada toz bulutları var. Ortada kucaklarında ürünler makineden makineye dolaşan, kendi boylarında bir sepeti iten ve genellikle Arapça konuşan çocuklar dolaşıyor. Kimisi savaştan küçük, kimisi savaş ile yaşıt bu çocukların. Topları tüfekleri oyun alanlarında oyuncaklarda değil, bizzat sokaklarda capcanlı dipdiri, sevdiklerini ise cansız ve ölü görmüşler. Ailelerinde kayıplar var.

On binlerce göçmenin yaşadığı İstanbul’un Esenyurt ilçesi burası.

Tanklar çok büyük abla diyorlar. Kocaman... Onların büyüklük ölçütü bu.

Aileleri nereye çekerse oraya giden çocuklar, uzun yollar, sınırlar aşmış, savaştan kaçıp başka bambaşka bir kavganın kucağına düşmüşler. Bu kavganın adı ekmek kavgası. Bazen bir tekstil atölyesi, bazen bir sanayi sitesi bazen bir market. Her yerinde en az savaş kadar sert, keyifsiz ve hatta bazen savaş gibi can alan bu yeni kavga alanının adı emek piyasaları… Onların adı ise çocuk işçiler. Sadece bu atölyede 15 kişiler. Yaşları 8 ile 15 arasında. Ayda 650 TL alıyorlar. Öğlen yemeği için evlerine gidiyor günde 9-10 saat arasında çalışıyorlar. Onların deyimi ile hizmetçilik, patronlarının deyimi ile ortacılık yapıyorlar burada. Pazarları tatil, onlar da sadece pazarları çocuk oluyor. Paralarını almaya ayın ilk haftası aileleri geliyor. Patron paraları çocuklara vermiyor, “Bilemezler, harcarlar, sonra aileleri parayı eksik verdin deyip sorun yaparlar” diye kendince böyle bir formül bulmuş. Bir haftalık maaşları daima içerde kalıyor. İşten birden çıkarlarsa diye kendini koruması gerektiğini söylüyor atölye sahibi. Ama çocukları koruyacak hiçbir sağlık güvencesi mevcut değil.

MÜMİN’İN HİKÂYESİ

Kirpiklerin gölgesi yüzüne düşen Mümin de bu kavganın içine henüz 11 yaşında atılmış. Türkiye’ye geldiğinde 10 yaşındaymış. Bir süre marangozda çalışmışsa da fiziksel olarak bu işte eksik kalınca patronların işine yaramamış, o da başka bir iş aramış. Şimdi bir markette çalışıyor. İşyeri sahibi de Suriyeli. Toplam 6 kişi çalışıyorlar. Başka çocuklarda var ama Mümin en küçükleri.

İki abisi savaş ilk başlayıp evlerinin üzerine kendileri içerideyken bomba düşünce Türkiye’ye gelmiş. Hep savaş bitsin ve abileri dönsün diye beklemişler. Aradan 10 yıl geçip savaş bitmeyince annesi bir sabah Mümin’i karşısına alıp, “Sana bir müjdem var, söyle bakalım bu hayatta en çok neye sevinirsin?” diye sormuş? O da abilerimi görürsem çok sevinirim diye cevaplamış. O zaman müjde demiş annesi, hazırlan Türkiye’ye gidiyoruz. Gelirken Mümin’e gelmek ister misin diye sormamışlar, O da annesine hiçbir şey sormamış. Yeter ki savaştan kaçalım ve hayatta kalabilelim istedim diyor. Mümin hafızasında bu müjdeli haberi hala dün almış gibi taze ve gözlerinin içi gülerek anlatıyor. Burayı bir cennet sandım diyor. İçinde her şeyin olduğu bir cennet... O bir cennet hayal ettiği için ne hazırlanmış ne de yanına sevdiği bir şeyi almış. Annesi bir sırt çantası içinde onun için ne aldıysa onlarla düşmüş yola. Ne var ki gelmeleri artık yıllar önce abilerinin geldiği kadar kolay olmamış.

Mevcut paraları vize ve pasaport için yetmeyince, bir göçmen kaçakçısına kişi başı 1300 dolar vererek Şam’dan Halep’e, Halep’ten Türkiye’ye doğru yola çıkmışlar. Annesi, babası kendinden iki yaş büyük ablası ve Mümin’in bu yolculuğu bir buçuk ay sürmüş. Halep’e kadar taksi ile gelip orada grup ile birleşmişler. Belirli noktaları yalnız yürüyüp belirli noktalarda farklı gruplar ile birleşerek, geceleri battaniyelerden yaptıkları çadırlarda konaklayıp, bazen bisikletlerle, bazen teknelerle, bazen de koşarak onun deyimi ile ‘ormanların ve suların içerisinden’ yürüyerek geçmiş bu bir buçuk ay.

savasin-cocuklari-1056882-1.

ÖLMEMEYE ÇALIŞTIM

Tüm bu sürede Mümin sadece 2 kere korkmuş. Birincisi teknedeyken. Nereden nereye geçtiklerini bilmiyor. Ama kaçakçının sözleri aklında. ‘Bu su çok derindir, sıkı tutunun, suyun üstünde kalın, düşerseniz boğulur ölürsünüz ‘durumunun ciddiyetini ilk kez bu söz ile anlamış. Bu bir oyun değil, bu yolculukta ölebilir! Suyun üzerinde kalmalı…

İkinci korkusunu ise Türkiye sınırında yaşamış. İlk denemelerinde sınırdan geri itilmişler. Kurşunlar gördüm diyor. Peki ne yaptın o zaman, - sadece koştum. Ya yaşayacağım ya öleceğim, ölmemeye çalıştım. Bugün 12 yaşındaki Müminin ağzından hiç beklenmedik bir vakurlukla çıkıyor bu sözler. Ölümü yaşamı ve aradaki o ince sınırı biliyordu. İkinci denemelerinde ‘bir duvardan zıplayarak Türkiye’ye gelmiş. Sınırı geçince çok mutlu olmuşsa da daha Antep’e varmadan polis yakalamış. O günler Türkiye’de pandeminin yoğun olduğu zamanlar. Karantina uygulaması var. Karantina süresinde 15 gün Oğuzeli Geri Gönderme Merkezi’nde geçmiş. Sonra bir kâğıt imzalayarak oradan çıkmış ve İstanbul’a gelmişler. O zamanda korkmuş ama bu kez az korkmuş.

Aslında bu korku ona hiç de yabancı değil. ‘Suriye de her gün bomba düşüyordu, orada da bir korktum, iki korktum ama sonra 10 oldu, 20 oldu. Artık ondan sonra hem korktum hem alıştım. Her şeye rağmen okula gidiyordum ve arkadaşlarımla oynuyordum. Şimdi sadece oradaki hayatımı istiyorum. Burada böyle olacağını bilmiyordum.’

Peki neydi Mümin’in bilmediği… Onun bilmediği ilk ve en önemli şey kimliğin bu kadar kıymetli olduğuydu. Bugün onu hep tehdit ediyorlar. Kimliğin yok, sakın dışarı çıkma, kimliğin yok sakın uzaklara gitme, kimliğin yok sakın kimse ile kavga etme… Kimlik ile başlayan her cümle sakın ile dikkatli ol ile devam ediyor.

Kimlik yoksa okul yok, hastane yok. Polise yakalanmaktan, uzağa gitmekten hep korkarsın. Kimliği olmadığı için okula gidemeyen Mümin için çalışmaktan başka yol kalmamış. Dükkân dükkân dolaşarak iş bulmuş. Henüz Türkçeyi bilmediği için Suriyeli esnaflardan iş istemiş.

Bugün büyükçe bir markette çalışıyor. İşe girdiği ilk gün, çocuk çalıştırmak yasak demişler. Eğer polis gelirse sen küçük bir çocuksun, burada çalıştığını anlamazlar sadece dükkândan çık ve git diye tembihlemişler. Onun günü saat 8’de başlıyor. Sabah 8.30 ile 15.00 arasında bir kursa gidiyor. Burada okuma ve Kuran öğrendiklerini söylüyor Mümin. Peki matematik ya da fen bilgisi diyorum. Hayır diyor sadece Kuran ve Arapça okuma. Onun olduğu çevrede bu kurslardan 2 tane olduğunu ve okula alınamayan tüm çocukların buralara gittiğini söylüyor. Kendi söylediğine göre Suriyeli abileri açmış bu kursları. Onlara en azından Arapça okumayı geliştirdiği içinde son derece minnettar.

Mümin’in iş yerinde mesaisi ise 15.30 da başlıyor ve 21.30 da bitiyor. Markette hafta içi günde 6 saat, cumartesi ise 12 saat çalışıyor. Bu sürede bazen o da eğer canları isterse ya da iş uzarsa yemek olarak bir sandviç veriyorlar. Haftalık 250 TL alıyor. Eğer canı dükkândan bir şey yemek isterse toplam tutardan 1 TL indirimli olarak veriyorlar. Annesi günde 5 TL’yi canı orada bir şey ister diye ona veriyorum diyor. Patronu ise ona çok teşekkür etmeleri gerektiğini onlara iş ve ekmek verdiğini kendisine sık sık hatırlatıyor.

Orada temizlik yapıyor, ürünleri tartıp poşetlere koyuyor, bulaşıkları, yerleri ve tuvaleti yıkıyor. En zorlandığı şey 20-25 kilogram olan çuvalların taşınmalarını istemeleri. Taşıyamam diyorum ama bağırıyorlar, ‘yaparsın, ne var yapamayacak’, bu sözleri onların ses tonu ile söylüyor… Zaten hep bağırıyorlar, yanlış ve kötü kelimeler konuşuyorlar. Dayanıyorum, dayanmaya mecburum. Akşam eve dönerken çok karanlık oluyor ama fark etmiyorum çünkü ben zaten o kadar yorgun oluyorum ki gözlerim kapalı, uyuyarak eve gidiyorum. Eve gidince annem kitap oku diyor. Ama ben hiç dayanamıyorum. Hemen uyumak istiyorum. Babası Suriye’ye geri gönderilmiş. 2 abisi ve Mümin artan ev kirası, harcamaları ve babasının kaçakçı için gerekecek parası için hep birlikte çalışıyorlar.

SOKAKTA OYNAYAMAMAK

Mümin’in bilmediği ama burada gördüğü bir diğer şey akran zorbalığı. Sadece pazar günü var. Sokakta oynarken ondan yaşça sadece birkaç yaş büyük ve komşusu olan çocuklar tarafından topu bıçakla kesiliyor. Çok şaşırıyor Mümin. Kırık, bildiği kadarı bir Türkçe ile kendini anlatmaya çalışıyor ama bizim dilimiz, sen konuşma diyorlar, Arapça konuşuyor. Bu kez de bu başka bir dil bunu bizim ülkemizde konuşma deyip susturuyor, defol git diye bağırıyorlar. Ama Mümin gene de onlara kızmıyor. Ben yeteri kadar Türkçe bilseydim kendimi onlara anlatabilirdim diyor.

Kimlikleri ya da uygun bir yönetmelik olsa okula gidebilecek, hiçbir denetleme olmayan kurumlardan eğitim almak zorunda kalmayacak, iş ve emek piyasalarında bu kadar savunmasız kalmayacak binlerce çocuktan bazıları ile konuştuk. Onlar savaşla yaşıt. Anneleri diyor ki “Biz bu çocuklara bomba seslerinden kulaklarına söylediğimiz ninnileri bile duyuramadık, sonra buraya geldik burada da onları doyuramadık, onlar birer çocuk, kim çocuğuna işe git diyebilir, kalbimiz acıyor ama mecburuz.’

Bir savaştan başka bir savaşa gelmişler, daha iyisini bilmiyorlar. Onlara daha iyisini vermek insanlık borcudur.