Savaşın ortasında barışın anlamı
Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısıyla 24 Şubat'ta başlayan savaşta 189 gün geride kaldı. (Fotoğraf: AA)

İsmail DAYE, Ukrayna
Aktivist

Altı aydır sürüp giden Ukrayna’daki savaşın ortasından, barışla ilgili bir yazı yazmak, sanıyorum yazıların en zoru. Öncelikle konusu barış olan bu yazıyı burada yazacak son kişi olmak isterdim. Ukrayna’dan yerli birileri tarafından bu yazının yazılması en iyisi olacaktı ama gel gör ki şu an için bu pek mümkün değil. Ukrayna‘da bütün muhalif partiler ve sesler kapatılmış, susturulmuş durumda. Oğlun babayı, kardeşin kardeşi hainlikle, işbirlikçilikle suçladığı, her gün bombaların atıldığı, roketlerin fırlatıldığı bir ortamda barış sözcüğünü kim ağzına alıp yazabilir ki?

Barışın ekmek ve su kadar, hatta onlardan da önemli bir şey olduğunu insan yaşayınca daha iyi anlıyor. Daha düne kadar aynı ordu içinde Hitler faşizmine karşı birlikte mücadele eden iki halk birbirlerine düşman oldular ya da düşman edildiler. Bu savaş bir biçimiyle sonuçlansa da etkileri on yılları alacak. Bir kez daha savaş dili karşısında barışın dilinin kullanılmasının ne kadar zor olduğunu anlamış bulunuyorum.

BARIŞI KİMLER İSTEMİYOR?

Savaş öncesi ve sonrası milyarlarca dolarlık silah satanlar, silah tüccarları, savaş ortamında kasalarını dolduran soyguncular, kapitalistler, bu ülkenin güzelim topraklarında gözü olanlar.

Milyonlarca insan, yerinden yurdundan edildi. Kadınlar başlarına bağladıkları derin acısını ifade eden siyah kurdelelerle dolaşıyorlar. Oğullarını, sevdiklerini bu savaşta kaybettiler.

Bu yazıyı gecenin bir saatinde çevremde çok güçlü patlayan bombaların sabahında yazıyorum. Altı aydır neredeyse geceleri patlama sesleri olmadan uyuduğumuzu hatırlamaz oldum. En zorunda bu olup bitenleri anlamak. Çoğu insana boş bir söz olarak gelir ama derler ki “savaşta önce gerçekler ölür.” Sanıyorum bu sözün gerçekliğini tüm çıplaklığıyla tam da burada yaşıyorum.

İYOT ELİMİN ALTINDA

Son günlerde sık sık bir nükleer sızıntı durumunda acil yapılması gerekenleri anlatan yazılar yayımlanıyor. Zaporojye merkezde iyot tabletleri dağıtılıyor. Sızıntı durumunda nükleer santralın 50 km çevresinin boşaltılacağı yazılıyor. Bizim yaşadığımız yer 33 km uzağında. Şimdiden ben de bu durumu yoğun düşünmeye başladım. İyotu elimi attığımda bulacağım yere koydum. Talimatları neredeyse ezberledim. Nasıl kullanılacağını da bir güzel öğrendim. Bütün bunların bir işe yarayıp yaramayacağını tam olarak bilmiyorum.

Size altı aydır devam eden çatışmaların ortasından sesleniyorum: Savaşlara, bitmez tükenmez acılara, sömürü düzenine son vermek için barış için ayağa kalkın!

***

KANLI ÇATIŞMALARA KARŞI HEPİMİZİN UMUDU ORTAK
Hasamuddin ANWARI, Afganistan
Punjabi Üniversitesi’nde Akademisyen

Barış; saldırmama, savaşmama ve huzur içinde bir arada yaşama anlaşmasıdır. Barış; küresel ortak bir umut ve hedeftir. Barış; yalnızca huzurlu bir yaşama katkıda bulunmakla kalmaz, aynı zamanda toplumların ilerlemesi ve kalkınmasını sağlar. Savaş ise ölümdür, acıdır, yoksulluktur. Bugün mutlak şiddetin içinde bulunduğu toplumların, insan hayatının, insan haklarının, özgürlüğün ciddi tehlike altında olduğuna tanık oluyoruz. Barışın ışığında ve aydınlığında yaşamak için tüm dünyada tek ses olup, barış için haykırmalı, mücadele etmeliyiz.

***

İLERLEME VE GELİŞMEK İÇİN VAZGEÇİLMEZ DİREK
Nabaz MUSTAFA, Irak
Kürdistan Komünist Partisi Merkez Komite Üyesi

Barış, ulusun istikrarının temeli ve ilerleme ve gelişme arayan ülkelerin genel direğidir. Bu nedenle günlük yaşamımızda barış ve uzlaşmanın rolünü ihmal edemeyiz. Barışın varlığı bize yaratıcılığı, gelişmişliği ve yeniliği teşvik eden bir ortamı garanti eder. Barışın toplumlardaki değeri ve önemi, insan varlığının değerine eşittir.

Sadr destekçileri, Yeşil Bölge’yi işgal etmişti. (Fotoğraf: AA)Sadr destekçileri, Yeşil Bölge’yi işgal etmişti. (Fotoğraf: AA)

***

SİLAHLAR SUSSUN, ÇOCUKLAR ÖLMESİN
Sarkis KASSARJIA, Suriye
Gazeteci

Yıllarca süren savaş tecrübesinden sonra şimdi barışı deneyelim!

Şüphesiz dünyadaki herhangi bir ülke için barış bir normdur, savaş ise istisna. Fakat şu da bir gerçek ki, sürekli barış ile ilgili konuşulması barışın bir norm olduğu yaklaşımın tam tersinin geçerli olduğunun kanıtı.

Bölgemizde devletlerarası barışçıl ilişkiler geçici ve kısa ömürlü olurken savaşlar ve çatışmalar bölgemizin temel özelliği haline geldi.

Barış sadece “savaşın olmadığı” anlamına gelmez çünkü barış, özellikle komşu ülkeler arasındaki ilişkiler geliştirilmeden ve güçlendirilmeden kalıcı olamaz.

Bu yüzyılın ilk 10 yılındaki Suriye-Türkiye ilişkilerini bugünle kıyasladığınızda uzun savaş dönemlerine karşı kısa barış dönemleri yaşandığına dair söylediklerimiz daha iyi anlaşılabilir.

Her iki ülkede de insanların ümitlerine, yüksek sesle dile getirdikleri temennilerine ve iki başkent arasındaki olumlu havaya rağmen ne yazık ki hala Şam ve Ankara arasında sağlam bir barıştan söz etmek için çok erken.

Çünkü ne yazık ki, barışın tesisi önce güvenin tesisini sağlayacak uzlaşılara ulaşılmasını sağlayacak uzun müzakere süreçleri gerektirir. Ki, bu karşılıklı güven rüyalara dalmış bir liderin açıklamaları ya da güç zehirlenmesi ile gerçeklikten kopmuş bir generalin bir düğmeye basması ile tekrar paramparça olabilir.

Geçmişte yaşadığımız tecrübeler bize radikalizm ve cihadizm gibi bombalarla oynamaya kalkanlar olsa da bu bombaların ellerinde patladığını gösterdi. Afganistan’daki Sovyetler Birliği’ne karşı cihadizmi kullanan ABD, kendi bahçesinde 11 Eylül’ün yaralarını hala sarmaya çalışıyor. “Afgan Arapları” finanse eden Suudi Arabistan da terörist saldırılara çok uzak değil.

AYNI KANLI ÇUKURDALAR

Irak’taki Amerika karşıtı İslamcı hareketleri cesaretlendiren Suriye, bütün dünyadan cihatçıların aktığı bir saha haline geldi. Korkarım ki, bugün dünyada cihatçı örgütlerle en içli dışlı ülke olarak kabul edilen Türkiye de aynı kanlı çukura düşebilir.

Bugün bütün bölge “şahsım böyle karar verdi, uyguladı ve herkes de kabul etti” mantığı aşılamayacak kadar ciddi ve büyük ekonomik ve güvenlik sorunları ile boğuşuyor. Terörizm, ekonomi, gıda güvenliği, iklim krizi, enerji, su ve daha birçok sorun yukarıda belirttiğim gibi Ankara’ya Şam ile yakınlaşmak dışında çıkış bırakmıyor.

Kanlı Arap Baharı’nın geride bıraktığı yüklerden kurtulmanın tek yolu artık barış çağrıları yapanları dinlemek. Sadece, “on yıllarca süren savaş tecrübesi bize fakirlik, güvenliğin olmadığı hayatlar verdi. Bir de barışı deneyip hangisinin daha iyi olduğuna karar verelim” diyebilecek gerçekçiliğe ve sağduyuya sahip nesiller olması yeterli.

Herkes, Türkiye ile barış yapıldığı gün Türkiye’nin şimdilerde kontrol ettiği Suriye topraklarına ticari ve turistik amaçlarla dönmesini ümit ediyor. Ankara’nın radikal örgütlere verdiği desteğin bilime ve sanata odaklanmasını temenni ediyor. Türkiye’de milyonlarca Suriyeli göçmenin ihtiyaçlarını karşılamak için sarf edilenlerin Suriyeli ve Arap turistler için harcanmasını diliyor.

Barış her zaman savaştan çok daha az maliyetlidir ve sonuçları savaşlardan yüzlerce kat daha iyidir.