John Steinbeck, sürü insanlarının bir liderin peşine takılmaktan başka bir şey yapamayan paralı askerler olduğunu ve bu yüzden yapılan muharebeler onların lehine sonuçlansa dahi savaşmaktan vazgeçmeyen özgür insanların asıl kazananlar olduğunu söyler

Savaşın ve özgürlüğün arasında

DUYGU ERGÜN

John Steinbeck, 1902 yılında Kaliforniya’nın Salinas kentinde doğduğunda Amerikan edebiyatı Poe, Melville ve Whitman’dan devraldığı mirasla yükseliyordu. J. London ve Twain gibi yazarlar dünya edebiyatında ses getirecek eserlerini yayınlarken, bir süre sonra yazdıklarıyla sesini duyuracak çağdaşları Hemingway ve Faulkner gibi Steinbeck de çocukluk yıllarını yaşıyordu.

İnsanlık tarihi için kısa sayılabilecek bir zaman diliminde gerçekleşen Birinci ve İkinci Dünya savaşları, tarihin olduğu kadar edebiyatın da seyrini değiştirerek savaş karşıtı bir dilin doğmasına vesile olacak; her iki savaşa da tanık olan Steinbeck de böylesi bir atmosferden doğal olarak etkilenerek kalemini adaletten, ezilenden ve savaş karşıtlığından yana oynatacaktı.

Steinbeck’i edebiyatta biricik kılan şeylerden biri okurunu hikâyenin içine çeken yalın ama etkileyici üslubu ise, diğeri tarihsel olay ve örüntüleri ustalıkla aktarabilmesiydi. Bu eserlerinden birisi, 1940’larda İkinci Dünya Savaşı döneminde işgal edilen bir kasabanın direniş hikâyesini anlattığı Ay Batarken romanıdır.

Ay Batarken

Faşizmin ve militarizmin hükümranlığını ilan ettiği bir zaman diliminde kaleme aldığı bu roman, Nazi işgali altındaki pek çok Avrupa ülkesinde illegal olarak basılıp el altından dağıtıldı. Kitabı okumanın ve hatta elinde bulundurmanın cezası dahi ölümdü. Arkadaşına yazdığı bir mektupta durumu şöyle izah ediyordu: “Bir adamla tanıştım. Adam yalnız Mussolini’den değil Hitler’den de kaçıyormuş. Bana savaş sırasında incecik bir kitap okuduğunu, kitabın İtalya’yı çok iyi anlattığını söyledi. Kitabı İtalyancaya çevirip teksir ettirerek beş yüz kopyasını çıkarmış. Meğer Ay Batarken’den söz ediyormuş. Direniş sırasında kitabın elden ele geçerek her yere ulaştığını anlattı. Pek çok yerden de istenmiş kitap. Oysa elde bulundurmanın bile cezası ölümmüş.”

savasin-ve-ozgurlugun-arasinda-542152-1.

Ay Batarken adlı romanında Steinbeck, askeri bir işgalin hikâyesini anlatır. Bir madenci kasabası işgal edilmiş, savunmaya çalışanlar yenilmiş ve asker kasaba yönetimine el koymuştur. Amaçları kasabadaki kömür madenini çalıştırarak anavatana destek olmaktır. Bunun için bazı işbirlikleri yapmaları gerekir. İlk olarak kasabanın belediye başkanı ile görüşüp, halkı buna ikna etmek üzerine bir konuşma gerçekleştirirler: “Kömürün yeraltından çıkarılıp gemilerle taşınması lazım. Teknisyenlerimiz var ama madende yerel halkın çalışmaya devam etmesi gerek. Sert tedbirler almak istemiyoruz.”

“Ama ya insanlar madende çalışmak istemezse?”

“Umarım isterler çünkü çalışmak zorundalar. Kömüre ihtiyacımız var.”

“Peki, ya çalışmazlarsa.”

“Çalışmalılar. … Bizimle işbirliği yapmayı deneyecek misiniz?”

“Bilmiyorum, kasaba ne yapmak istediğine karar verdiğinde ben de muhtemelen o kararı uygulayacağım.”

“Ama otorite sizsiniz.”

“Otorite kasabadır.”

Bu diyaloglarla kasaba halkının alışkanlıkları ve işgalcilerin tepkileri az çok belirmeye başlar: Özgürlüğüne düşkün ve emir almaktan hoşlanmayan kasabalılar ile nizam ve intizam için her türlü zorbalığı yapabilecek kuvvette bir askeri birlik karşı karşıyadır. Çok geçmeden, savaşın uzun vadede ne anlama geldiğini bilen Albay dışında, kurmay heyettekilerin hemen hepsinin, savaşı birer oyundan ibaret gördüklerini de anlarız: Askerliğin canlılar âleminde ulaşılabilecek en yüksek mertebe olduğuna inanan bir Yüzbaşı, ‘büyük bir deha’ tarafından icat edilmiş bir sisteme sonuçlarını değerlendirme zahmetine katlanmadan inanan teğmenler… Silahsız ve plansız düşmana karşı, gelişmiş silahlar ve ayrıntılı planlar.

Kasabadaki baskı ve şiddet gün geçtikçe artar. Bir madenci emirlere uymadığı gerekçesiyle halkın gözü önünde kurşuna dizilir, işçiler ve aileleri itaatsizlik gerekçesiyle aç bırakılır. İşgalin ilk günlerinden itibaren uysal ve barışçıl bir tavır sergileyen kasabalılar artık savaşı, geçmişi ve her şeyin bir anda nasıl bu denli kötüleştiğini düşünmeye başlar. Bu sorgu yüreklere düştükten kısa bir süre sonra çetin bir direnişin tohumu olarak hayatın her anında belirir. Havada artık direniş ruhu; işgalcilerin elinde ise tek bir koz vardır: Halkın lider kabul ettiği Belediye Başkanı’nı öldürmek…

Steinbeck, Sokrates’in Savunması’ndan atı arla sonlandırdığı romanında ‘sürü insanları’ ile ‘özgür insanların’ karşılaştırmasını yapar. Sürü insanlarının bir liderin peşine takılmaktan başka bir şey yapamayan paralı askerler olduğunu ve bu yüzden muharebeler onların lehine sonuçlansa dahi savaşmaktan vazgeçmeyen özgür insanların asıl kazananlar olduğunu söyler. Baskı ve zorbalığın olduğu her yerde direniş de kendini büyüttüğü için kitabın yasaklanmasına şaşmamalı.

Nobel’den sonra

Oldukça üretken bir süreçten sonra tüm dünyada tanınan ve sevilen bir yazar olan Steinbeck 1962 yılında, edebiyata olan katkıları nedeniyle hayatı boyunca almaktan korktuğunu pek çok kez dile getirdiği Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü. Nobel’in yazarı emekliye ayıracağını, bir yazarın ne kadar çok ödüllendirilirse o ölçüde sınırlandırıldığını, kalemini özgür kılamayacağını düşünüyordu. Ödül’ün ardından gelen övgü, tebrik ve eleştiri mektuplarının arasından bir arkadaşına yazdığı cevapta düşüncelerini şöyle dile getirdi: “İyi bir ödüldür Nobel. İyi niyetli. İyi kullanılırsa çok değerli. Fakat tehlikeli ve yıkıcı da olabilir. Tanıdığım ve anımsadığım pek çok kişiye ancak bir mezar yazıtı, kimine de sesi boğan, baskı altında tutan ve çarpıtan bir pelerin olmuştur.”

Steinbeck, bundan sonraki hayatında ödüllerin baskısını göz ardı etmeye ve her zamanki gibi, çalışkan bir yazar olarak yaşamaya çalıştı. Bu çabasını yazınsal çalışmalarına hayatı boyunca eşlik eden mektup yazma alışkanlığını hiç bırakmayarak 1968 yılına dek sürdürdü. Critics Circle ve Pulitzer gibi diğerlerinin yanı sıra Nobel Ödülü’nün ‘insanı bir mezar yazıtının havasına gömen’ etkisini alt etmek için de iyi bir araçtı mektup. Telefonda ya da topluluk önünde konuşma yapmayı sevmeyen ve hatta beceremediğini düşünen Steinbeck, altmış altı yıllık ömrü boyunca binlerce mektup yazdı.

Sel Yayıncılık, Steinbeck’in ölümünün ellinci yılında eşi Elaine Steinbeck ve yayıncısı Robert Wallsten tarafından işte bu binlerce mektup arasından oluşturulan bir derlemeyi Türkiyeli okurlarla buluşturuyor: Mektuplarda Bir Yaşam. Steinbeck’in hem özel hayatına hem de nesrine dair oldukça önemli bir kaynak. Okuyanı, anlayanı bol olsun.