Kamu yoklamalarına bakılırsa Almanya’da bu pazar günü bir genel seçim yapılsa parlamentoda çoğunluğun yine şu andaki üçlü koalisyonda olabileceği görülüyor. Yani son genel seçimden on ay sonra da seçmen çoğunluğu ülkenin sosyal demokratlar, yeşiller ve liberallerden oluşan ortalık tarafından yönetilmesine onay veriyor.


Ancak eylüldeki seçim sonuçlarıyla, son anket sonuçları arasında bir fark var: Sözkonusu koalisyonda ortaklar arasındaki güç oranları değişiyor. Kamuoyu araştırma kuruluşu FORSA’nın anketine göre Yeşillere destek büyük bir patlama yapmış durumda. Seçimde yüzde 14,8 oy alan bu partiye şimdiki destek yüzde 24’ü buluyor. Başbakan Scholz’un partisi SPD’ye (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) olan destek ise yüzde 25,7’den yüzde 20’ye gerilemiş. Hatta bazı güncel kamuoyu yoklamalarında bu oran yüzde 18.5 olarak görülüyor. Diğer ortak FDP (Hür Demokrat Parti) de neredeyse yarı yarıya güç kaybetmiş durumda (yüzde 11,5’ten yüzde 6’ya). Tabii bu durumda başbakanın koalisyonun en güçlü partisi olan Yeşiller’den çıkması gerekecek.

Aynı anketler oylarını yüzde 26’la çıkan (seçimde yüzde 24,1 olmuştu) merkez sağ partiler birliği (CDU-CSU) ile Yeşiller arasındaki bir ortaklığa da destek olduğunu gösteriyor. Bu ortaklığın oy oranı da yüzde 50’yi buluyor. Bu da yeşiller partisini yönetenlerin uzun yıllardır hedefledikleri, Almanya’nın çeşitli eyaletlerinden “başarıyla” hayata geçirdikleri bir koalisyon modeli.

Son dönemlerde büyük ölçüde güç kaybeden Sol Parti’nin durumunda büyük bir değişiklik görülmüyor, anketlerdeki oy oranı küçük bir artışla yüzde 5’i (seçimde yüzde 4,9 olmuştu) buluyor. Kendi içlerindeki hesaplaşmalar nedeniyle yıpranan aşırı sağcı parti AfD (Almanya için Alternatif) oy oranı da yüzde 10,3’ten yüzde 9’a gerilemiş görülüyor.

Yani Yeşiller her iki iktidar seçeneğinde de var. Aslında seçimlerden önce de böyle bir durum sözkonusuydu. Ancak merkez sağın ve yeşillerin başbakan adayları Armin Laschet (Türk Armin) ile Annelena Beaerbock’un seçim kampanyası sırasındaki hataları ve o sırada Başbakan Yardımcısı olan SPD’nin adayı Olaf Scholz’un sorumlu devlet adamı imajı sayesinde dengeler değişmiş, sosyal demokrasinin tekrar en büyük güç olduğu bugünkü parlamento ortaya çıkmıştı.

Yeşillerin yeniden toparlanıp, arkasına güçlü bir kamuoyu desteği alması “en popüler politikacı” sıralamasında da kendini gösteriyor. Anketlere göre ilk sırada bu partiden bakanlar yer alıyor. Birinci Başbakan Yardımcısı - Ekonomi ve İklim Koruma Bakanı Robert Habeck, ikinci Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock ve üçüncü de Gıda ve Tarım Bakanı Cem Özdemir. Daha önceki anketlerde birinci sırayı alan Başbakan Scholz ise onlardan sonra geliyor.

Yeşiller partisine olan bu güvenin tam olarak nereden kaynakladığı belli değil. Büyük bir olasılıkla Rusya’ya karşı yaptırımları ve Ukrayna’ya silah yardımını hararetle savunmaları sayesinde güç kazandıkları söylenebilir. Bir zamanlar “en kötü barış, en haklı savaştan daha iyidir!” diyenlerin kurucu çoğunluğu oluşturduğu bu partideki değişim tabii ki yeni bir şey değil. Ancak parti tabanında halen var olan barışçı ve pasifist kesimlerin etkisinin böylesine zayıf olması yine de şaşırtıcı. Rusya’ya enerji konusunda bağımlılıktan kurtulmak gerekçesiyle dünyayı büyük bir iklim felaketine götüren enerji kaynaklarına onay vermeleri, nükleer enerji santrallerini yeniden işletmeye açma konusunda pazarlığa oturmaları, petrol zengini ülkelerin başındaki diktatörler karşısında boyunlarını eğmeleri de şimdiye kadar onlara oy kaybettirmedi.

Hükümetin Ukrayna krizi konusundaki politikası Yeşilleri güçlendirirken, sonuçta aynı politikayı sürdüren, ancak daha ılımlı bir yaklaşım gösteren Başbakan Scholz’u cezalandırıyor. Scholz bir yandan Ukrayna’yı desteklerken, savaşa ilişkin stratejik hedefini “Ukrayna bu savaşı kaybetmemeli, Rusya bu savaşı kazanmamalı” sözleriyle ifade etmişti. Rusya’ya karşı yaptırımlar konusundaki birkaç gün, Ukrayna’ya silah yardımı konusunda da birkaç hafta süren bekleyişi, hem ana akım medya, hem muhalefetteki merkez sağ partiler ve hem de koalisyon ortakları yeşillerlerliberaller tarafından açıkça eleştirildiği için “güçlü ve kararlı politikacı” imajı sarsılmıştı. Bunun etkisi halen devam ediyor.

Ancak beşinci ayına girdiğimiz savaşın neden olduğu ekonomik kriz artık kendisini en çarpıcı şekilde gösteriyor.

Ana akım medya, savaşın ilk haftalarında barış için Rusya’yla görüşmelerin sürdürülmesi ve Rusya’ya karşı yaptırımlardan vazgeçilmesi gerektiğini savunanları, Ukrayna’ya ağır silah yardımına karşı olanları “Putin taraftarı” yana olmakla suçlayarak susturabiliyordu. Karşı tarafı anlamak, anlamaya çalışmak bir suçmuş gibi, “Putin’i anlayanlar” gibi yakıştırmalarla alaylara, eleştirilere hedef oluyorlardı.

Esas itibarıyla aynı durum devam ediyor. Ancak Rusya’yla masaya oturulması, yaptırımların kaldırılması, Ukrayna’nın başta Kırım olmak üzere bir miktar toprak kaybını kabul etmeye ikna edilmesi gibi öneriler yeniden gündeme gelmeye başladı. Örneğin ana muhalefetteki merkez sağ partilerden CDU’lu (Hıristiyan Demokrat Birlik) Saksonya Eyalet Başbakanı Michael Kretschmer, yaptığı “savaşın dondurulması” önerisiyle bu tartışmanın ön saflarına çıktı.

Tabii başta kendi partisi ve önümüzdeki günlerde Almanya’dan merkeze çekilmesi beklenen Ukrayna’nın II. Dünya Savaşı dönemindeki nazi işbirlikçilerini kahraman olarak göstenen Berlin Büyükelçisi’nden ağır eleştiriler aldı. Ancak yaklaşan enerji krizi ve giderek ağırlaşan enflasyon, bu tartışmada CDU’lu politikacının yanlız kalmayacağını gösteriyor. Rusya’ya yönelik ekonomik yaptırımların kaldırılması, inşaatı tamamlanan doğal gaz hattı Kuzey Akım 2’nin derhal hizmete sokulması şu anda açıkça aşırı sağcı AfD tarafından savunuluyor. Ama böyle düşünenleri AfD’ye kaptırmamak için Kretschmer’in çıkışının özellikle Almanya’nın doğusundan ciddi destek görmesi sözkonusu.

Belki de o nedenle bir süre önce 99 yaşına giren Henry Kissenger’in Davos’taki konferansında yaptığı ve ardından çıkan yeni kitabında (Devlet Yönetme Sanatı / 21’nci Yüzyıl İçin Altı Ders) yer alan Rusya’yla anlaşmaya gidilmesi yolundaki önerisi dikkatli bir dille tartışılıyor. Transatlantik ittifakın bu asırlık “akil adamı”nın yıllar önce yaptığı “Ukrayna kesinlikle NATO’ya alınmasın!” (2014) uyarısı da sıkça hatırlanıyor bu arada.


Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra uzun yıllar boyunca kendisine Almanya’nın “akil adamı” rolü biçilen soğuk savaş döneminin liderlerinden sosyal demokrat politikacı Helmut Schmidt (1918-2015) de yaşasaydı büyük bir olasılıkla aynı şeyleri söylerdi. Schmidt gibi Hamburg’lu olan ve siyasi kariyerinde onun izlerini süren Scholz, savaşın ilk dönemlerinde “bir üçüncü dünya savaşını önlemeyi” hedeflediğini söylemişti. Bu onun elinde olan bir şey değil tabii, ama onun düzeyindeki bir devlet adamının bunu dile getirilmesi bile önemli.