Yolsuzluk, siyasi cinayetler, çeteleşme, hırsızlık, gasp, rüşvet... Özetle mafya-siyaset-bürokrasi ilişkisi… Bütün bunların hepsi aynı örümcek ağının farklı kolları. Biri, diğeri olmadan asla hayatta kalamıyor.

Savcı aranıyor

MEMLEKETTE haftalardır “savcı” aranıyor. Ortaya dökülen bilgiler ve belgelerle resen soruşturma başlatacak savcılar için sadece muhalefetten değil, iktidardan bile çağrı yapanlar oldu.

Savcılar soruşturma başlatınca ne oluyor peki?

Tarihte örnekleri var:

“1989 yılında Şırnak’ta H. isimli şahıs, PKK örgütüne gençleri gönderiyorlar ve örgüte yardım ediyorlar, diyerek üç kişiyi ihbar etti. Bunun üzerine ben (İbrahim Babat), Binbaşı Ahmet Cem Ersever, Astsubay Şaban Bayram ile birlikte isimlerini bilmediğim orta yaşlı bu üç erkek şahsı Renault bir araba ile K. Boğazından alarak Silopi’ye götürdük. Orada sorguladık ancak bunların suç işlediğine dair bir bilgi alamadık. Benim tahminime göre bu kişilerin herhangi bir suçu yoktu ancak JİTEM’e ihbarda bulunan H.’nin düşmanları olduğunu anladım… Nusaybin’e yakın bir bölgeye bu şahısları götürdük… H. isimli şahıs bu kişileri otomatik tüfekle taradı ve üç kişiyi öldürdü. Biz ateş etmedik ancak yanında bulunuyorduk.

Jandarma İstihbarat Teşkilatı Grup Komutanı Arif Doğan beni oradan (Şırnak) aldı, önce Diyarbakır’a götürdü, oradan Jandarma İstihbarat Teşkilatı Batman Komutanı Kerim Yüzbaşıyı çağırdı beni ona teslim ederek Batman biriminde çalışmamı emretti.

1990 tarihinde Jandarma İstihbarat Teşkilatı’nın başına Veli Küçük gelmişti, bazı değişiklikler yapmıştı. Ben de Diyarbakır’a döndüm. Bu dönemde yakalanıp serbest bırakılan bazı itirafçılar … ile Jandarma Grup Komutanlığı’na alınmışlar, bütün itirafçıların bir araya toplanması ve JİTEM içinde bunların eğitimleri, sevk ve idarelerinin benim tarafımdan yapılması görevini verdiler. Buradaki çalışmalarımızda örgütle ilişkisi olduğundan şüphelendiğimiz herkesi ‘ikaz etme’ yetkisi verilmişti.”

İfadede bahsi geçen, öldürülen kişiler, Hasan Utanç, Hasan Caner ve Tahsin Sevim.

İfadesinde olayı açık açık anlatan da İbrahim Babat. Öyle gizli tanık olarak, “uzaktan gördüm” falan da demiyor, bizzat faili veya tanığı olduğu olayı yer, zaman ve diğer failleri vererek ayrıntılarıyla anlatıyor.

İKİ DEFA REDDEDİLDİ

Sonra?

Yıl 1998, yer Şırnak’ın İdil ilçesi.

Dönemin İdil Cumhuriyet Savcısı İlhan Cihaner hem Silopi’de öldürülen üç kişi hem de bölgede bu şekilde işlenmiş olan birçok başka cinayetle ilgili soruşturmayı genişletmek istedi. İlk olarak başka suçlardan Kırklareli Cezaevi’nde tutuklu olan Babat’ın ifadesini almak için yazı yazdı. İlk duvara da burada tosladı. Babat’ın ayrıntılı ifadesinin alınması, yer gösterme işlemleri ve bazı kişilerle yüzleştirilmesi için Midyat bölgesindeki bir cezaevine nakledilmesine dair 7 Ağustos 1998 tarihli yazısındaki isteği Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünce reddedildi.

Ardından Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’ne 12 Kasım 1998’de ‘Çok acele-önemli’ başlıklı bir yazı gönderdi, İbrahim Babat’ın ifadesinin talimatla alınamayacağını, ifadeyi bizzat almak istediğini belirten yazı yazdı. Yine reddedildi.

Son olarak Kırklareli Cumhuriyet Başsavcılığı’na yazı yazarak gönderdiği 60 sorunun Babat’a sorulmasını ve ifadesinin bu şekilde talimatla alınmasını istedi.

Bu arada, Savcı Cihaner zülfüyâre de dokundu: Yürüttüğü diğer beş soruşturmayla ilgili Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığı’ndan eksiksiz Susurluk raporunun kendisine gönderilmesini istedi. Beklendiği gibi bu talebi de karşılıksız kaldı.

Yargıdaki emir-komuta zinciri o dönem bugünkü kadar keskin olmadığından, savcı Cihaner talebinin karşılıksız kalması üzerine Teftiş Kurulu’na bir yazı daha yazdı, 10 ay önce talep etmesine rağmen raporun sansürsüz halinin gönderilmediğini ve bu durumdan sorumlu hangi kamu görevlisi varsa, başbakan da dahil haklarında “suiistimal veya ihmal” suçlarından soruşturma başlatmaya yetkili olduğunu hatırlattı:

yetkili olduğunu hatırlattı: “Bilgilerin, soruşturulan suçları münhasıran takiple yetkili ve görevli Cumhuriyet Savcılıkları’nda esirgenmesi adli görevi ihmal ya da kötüye kullanma suçlarının oluşmasına neden olabileceği gibi soruşturma konusuna göre CMUK Ek 1. madde ve 4. Maddelerinde tanımlanan suçu da oluşturabilecektir. Susurluk raporunun eksiksiz şekilde 7 gün içerisinde gönderilmesini, aksi takdirde gönderilmeme nedenlerinin ve sorumlularının isimlerinin bildirilmesini…” (10 Ekim 1998 tarihli yazısından)

Bu yazı üzerine kendisine “daha az sansürlü” bir Susurluk raporu gönderildi. Soruşturma konusundaki bilgileri içeren raporun MGK tartışmaları gibi kısımları halen sansürlüydü. Tüm bu yazışmalar ve soruşturma devam ederken de Cihaner’in görev süresi doldu.

Ancak yine de tüm bu engellemelere rağmen, tarihe ilk JİTEM davası olarak geçen dosyayla ilgili fezlekeyi hazırlamıştı.

8 Ocak 1999’da görevsizlik kararı vererek Diyarbakır DGM’ye gönderdiği fezlekede sanık olarak Ahmet Cem Ersever, Arif Doğan, Yüzbaşı Sinan Yaşar, Astsubay Şaban Bayram, itirafçı İbrahim Babat ve köy korucusu Faysal Şanlı’nın adı ile, kimliği tespit edilmeyen itirafçılar, korucu ve kamu görevlileri yer alıyordu.

Fezlekede, sanıkların suç işlemek amacıyla çete kurduğu belirtildi:

“Bu çete önceleri terörle/ teröristle mücadele amacı ile kurulduğu, teröre destek veren şahısların yasal yöntemler kullanılmadan cezalandırılmasını yöntem olarak benimsedikleri, daha sonraları başka saiklerle adam öldürme, kaçırma, çek senet tahsilatı, bombalama, tehdit vs gibi suçları işledikleri iddialarının olduğu, soruşturma konusu üç kişinin öldürülmesi eyleminin ise çete mensuplarının Faysal Şanlı’yı yönlendirmesi ile kişisel husumet ve deşifre edilmemek saikiyle Silopi grubunda bulunan şahıslarla gerçekleştirildiği görülmüştür.

“Sanık Arif Doğan’ın daha sonra farklı bölgelerde birçok suçlar işleyen çetenin Diyarbakır grubunun başında olduğu, bu şahsa bağlı Silopi grubunun başında ise Ahmet Cem Ersever’in olduğu, tespit edilebilen diğer mensupların … maktulleri önce sorgulayıp sonra Cizre-Nusaybin karayolunda öldürdükleri tüm evrak kapsamında anlaşılmıştır.”

‘HAREKETE GEÇİLDİ’

Sonra ne oldu?

Yargı harekete geçti, davalar açıldı. Hayır, cinayetin faillerine değil, savcı Cihaner’e. İlhan Cihaner, şimdi “kumpas” denilen Ergenekon davasının tutuklu sanığı oldu. Üstelik Arif Doğan’la birlikte, aynı davadan yargılandı… Yani yargıda ilk kez JİTEM’i dosya haline getiren savcı ile “JİTEM’i ben kurdum” diyen Doğan aynı davada sanık olurken, Türkiye’de “temiz eller” propagandası yapılıyordu.

Sonra? Sonrası yok. Cinayetler yargı nezdinde halen “faili meçhul”. Tabii cinayet soruşturmaları (ölenler tanınan kişiler değilse) hiçbir zaman yolsuzluklar kadar manşetlere taşınmaz. Bu bir dereceye kadar makul görülebilir belki, siyasi cinayetlerle amaçlananlar toplumun bazı kesimlerini ilgilendirirken hırsızlık tüm toplumdan çalmak anlamına gelir. Ancak sorun, bunların ayrı suçlar olmadığını kavramakta. Yolsuzluk, siyasi cinayetler, çeteleşme, hırsızlık, gasp, rüşvet, özetle mafya-siyaset-bürokrasi ilişkisi… Bunların hepsi aynı örümcek ağının farklı kolları. Biri, diğeri olmadan hayatta kalamıyor. Ve bu ağa, şu anda açıkça görüldüğü üzere, göreve çağrılan yargı da takılı. Bu ağdan kurtuluşun yolu da adliyeden değil siyasetten geçiyor.