Son günlerde en çok sorulan sorulardan birisi budur sanırım. Çürümüş sistemin, yozlaşmış ilişkileri ortaya saçıldıkça özellikle gençlerde ve apolitik yurttaşlarımızda bile yargının devreye girmesi yönünde bir beklenti oluştu.

Ceza yargılaması hukukumuzun ana ilkelerinden olan “soruşturma mecburiyeti/araştırma ilkesi” cumhuriyet savcılarına “ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren hali öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya” başlama görevini vermiştir.

Gazeteci cinayetlerinden tonlarla yapılan uyuşturucu kaçakçılığına, karakolda milletvekili dövdürmekten gazete binası basılmasına kadar somut olgularla desteklenen bir dizi iddia ile ilgili olarak yargının harekete geçtiğine dair bir açıklama gelmedi. Oysa yargıya güvenin yerlerde süründüğü bir ortamda açıklama zorunluydu. Üstelik tam da bu nedenle başsavcılıklar bünyesinde basın büroları oluşturulmuş ve çok daha önemsiz konularda basın açıklamaları yapıldığı halde.

Savcılıklar harekete geçmeyince de olay kimin medyayı daha iyi kullandığına, daha inandırıcı olduğuna indirgenmiş bir iletişim savaşına dönüştü. Yapılan şikayetler ya da Cumhurbaşkanın çarşamba günü “Terör örgütleri ile mücadele eden İçişleri Bakanımızın yanında olduk, yanındayız ve yanında olacağız. Hedefin büyük ve güçlü Türkiye inşası olduğunu anlamak için kullanılan araçlara ve kullananların suretlerine bakmak yeterlidir” şeklindeki açıklaması ile savcılıkların “harekete” geçeceği ancak “hareketin”, iddiaların etkin bir şekilde soruşturularak gerçeğin açığa çıkarılması yerine ihbarcıların soruşturulması şeklinde olacağını öngörebiliriz.

Nitekim Wikileaks, Panama Belgeleri, Man Adası, Malta Belgeleri gibi skandallarda harekete geçmek bir yana yargımız, yayın yasakları ve dile getirenlere dönük hakaret ve tazminat davaları ile gerçeğin üzerine perde çekti. Aynı pratik ülke içindeki ciddi iddialarda da işledi. Alın dezenfektan yolsuzluğu iddiaları! O zaman önümüzdeki döneminde en önemli sorularından birisi olacak başlıktaki soruya cevap verilmesi tarafsız, bağımsız ve etkin bir yargı için çok önemli olacaktır.

Savcılar niye harekete geçmiyor?

Bu soruya verilen en yaygın cevap; kadrolaşma. Belli bir boyutta haklı olmakla birlikte tüm hâkim savcıları AKP’li emir komuta içerisinde kabul etmek haksızlık olacaktır. Ancak Fetullahçı yapılanmanın tasfiye sürecinde çok özenli davranılmadığı ve nerede ise 3 katına çıkarılan hâkim savcı kadrolarının objektif ve adil olmayan koşullarda mesleğe alındığı da bir gerçek. Bu tasfiye ve yapılanma sürecinde YARSAV ve Yargıçlar Sendikası geleneğinden gelen birçok savcı ve hâkim pasifize edildi. Özensiz yürütülen soruşturma ve disiplin süreçleri bir korku iklimi yarattı. Bunlar savcıların cesur, bağımsız ve tarafsız hareket etme reflekslerini geriletti.

Asıl sorun cumhuriyet başsavcılıklarının örgütlenme modelinde ve teknik detaylarda. Başsavcıların savcılar üzerinde denetim ve gözetim yetkisi var. Bu yetkinin sınırları belirsiz olmakla birlikte fiili olarak mutlak kontrol diyebileceğimiz bir şekilde kullanılıyordu. Yani resen harekete geçmek ancak başsavcılıkların bilgisi ile oluyordu. Bu konuda Yargıtay bir savcının verdiği takipsizlik kararının başsavcı tarafından kabul edilmeyerek dava açılmasını hukuka aykırı bulmuştu. Şimdi meclise sunulan kanun teklifiyle başsavcıya “savcıların soruşturmayı sonlandıran kararları arasında oluşabilecek farklılıkları giderme hususunda” görev ve yetki verilecek. Yani artık başsavcının onayı olmadan iddianame düzenlenemez ya da takipsizlik verilemez. Savcılık mesleğinin “ruhuna Fatiha” da diyebiliriz!

HSK’ye üye sokularak çözülemez

Savcılık örgütlenmesindeki bir diğer sorun “büro” halinde çalışma ve bu bürolara yapılan atamalarda idarenin fiili belirleyiciliği. Savcılar arasındaki iş bölümü yani hangi savcının hangi işlere bakacağı başsavcılar tarafından belirlenir. Önceleri rastlantısal olarak verilen soruşturma numaraları üzerinden yapılır iken şimdi terör büro, sahtecilik büro, müracaat gibi birimlere ayrılmış ve buralarda kimlerin görevlendirileceği de başsavcılar tarafından belirlenir durumda. “Hoşa gitmeyen” karar verenlerin değiştirilmesine çok sık rastlanıyor.

Bir diğer sorun Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığı ile tüm soruşturma açma ve sair kararlar zapturapt altına alınmış ve başsavcılıklarla Adalet Bakanlığının “gözetimi” altında yapılmaktadır. Ayrıca genelgelerle bu gözetim kontrol altına alınmış durumda. Örneğin örgütlü bir suçla ilgili soruşturma açan savcı bir form doldurarak soruşturmanın detayını başsavcılık aracılığıyla Adalet bakanlığına bildirmek zorunda.

Çözüm acilen cumhuriyet başsavcılıklarının, ülkemizin yargı kültürü de göz önünde bulundurularak idareyle bağını kesecek bir örgütlenmeye gitmek. Bu anlamda bir dönem tartışılan Türkiye Başsavcılığı gündeme alınabilir. Bu yapısal sorunların HSK’ya bir iki üye sokularak çözülemeyeceği açık.